Havuzların içine doldurularak eziyet içinde yaşatılan yunus balıklarını çocuklarına sevdirmekte hiçbir sakınca görmez insan. Çok sevimli bulduğu bu hayvanları aynı zamanda inanılmaz dehası sayesinde askeri amaçları için de kullanabilir.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü ile Finansal Uygulama ve Araştırma Merkezi (CEFIS) tarafından Şehir Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İktisat&Toplum Dergisi işbirliğinde düzenlenen söyleşide Metin Sarfati’nin “İktisat ve Edebiyat” başlığıyla gerçekleştirdiği konuşmanın metni.
Kendini kaplan zanneden kediyi anımsatıyor insan; Descartes’ın üzerinden sanki bir Spinoza geçmemiş gibi. Tabiat, kendi dışında, istenildiğinde sömürülecek istenildiğinde denetim altına alınabilecek cansız bir kütle…
İsrail’deki seçimlerde oluşan manzara gösteriyor ki, İsrail sağının (Yahudi Gücünden, Likud’a kadar) büyükçe bir kısmının dünya algısında akla yer yoktur.
Hayvanların ızdırap içinde yaşatılıp, acılar içinde öldürülmesinin sıradan olduğu bir düzende yaşanmaktadır. Onlarla beslenmenin ahlaki sorumluluğu duyumsanmamaktadır bile.
Bu dizide, bir gazete köşesinin elverdiği ölçüde, değişik zaman dilimlerinde değişik limanlara uğradık. Yahudiliğin, fırtınalı denizlerdeki inanılmaz yolculuğunda, kutsalın insanla buluşmasını izledik.
Tekrar ve kısaca hatırlatmakta yarar var; Bu yazı dizisinde, kutsalın şiddetle ilişkisi tahlil edilmeye çalışılmaktadır. Bu kaçınılmaz olarak tarihsel ve düşünsel düzeyde bir iz sürmeyi gerektirmiştir.
Büyük Helen kültürü ile karşılaşma Yahudilikte aslında İbrahim’den beri var olan temel bir çatlamayı tekrar gündeme getirecektir. Reformcularla, köktenciler (fondamantalistler) tekrar karşı karşıya geleceklerdir.
Çarpıcı bir cümledir bu. Tıka basa doymuş insanı tekrar, tekrar iştahlandırmak için gösterilen (aslında hazin) çaba anlatılmaktadır bu cümle ile.
Bu yazı dizisinin ilk bölümlerini okumayanlar için kısa bir hatırlatma yapmak gerekecek. Bu aynı zamanda makalede amaçlananın tekrar vurgulanması için yararlı olacaktır.
Bugün ağırlaşan gökyüzünün renklerini geçen ay ki yazıda 1920’li, 30’lu yılların kurşuni çizgilerine benzetmiş ve bunların neye gebe olduğu hakkında fikir yürütmeye çalışmıştık. Jankélévitch’in bir cümlesini kullanıp haddimiz olmadan uyarmıştık: “Olabilecekler olmadan, olabilecekleri öncelemeyi” gündeme getirmiştik.