Ariste’nin mektubu

Geçen yazıda kalınan yerden devam ediyoruz.

Büyük Helen kültürü ile karşılaşma Yahudilikte aslında İbrahim’den beri var olan temel bir çatlamayı tekrar gündeme getirecektir. Reformcularla, köktenciler (fundamentalistler) tekrar karşı karşıya geleceklerdir.

Ariste, mektubu ile Yahudiliğin dinindeki büyük kırılmaya ve yol ayırımına tanıklık edecektir. Bununla da kalmayacak günümüzün dinsel köktenciliğinin anlaşılması için de ciddi ipuçları verecektir.

Mektubun, İsa’nın dinde büyük reform talebine çok az bir süre kalmış iken yazılmış olması da ayrıca düşündürücüdür.

Mektup aslında anonimdir. Ariste ismi büyük Yahudi Tarihçi Flavius Joseph tarafından verilmiş takma bir isimdir. Muhtemelen rahatça yazabilmek için Ariste kendini dönemin bir Yunanlısı olarak tanıtacak ve kardeşi Philocrate’a düşüncelerini bu mektup ile iletecektir.

Mektup, insanlığın yüz akı Büyük İskenderiye kütüphanesinin kurucusu Demetrios’un, Kral Ptoleme’den buradaki raflarda yer almak üzere kutsal Yahudi metinlerinin tercümesini istemesine tanıklık edecektir.  Öncelikle bunu tarihe not düşmeyi amaçlayacaktır. Yazılandan anlıyoruz ki, Yahudi toplumunda bu son derece yoğun tartışmalara yol açacaktır.  Sonuçta, Elyazar’ın sorumluluğunda hem Helen kültürüne hem de kutsal metinlere egemen 72 kişilik bir komite yoğun çalışmalar ile 72 günde tercümeyi sonlandıracak ve ortaya “Yunan Torası” olarak adlandırılacak bir tercüme çıkacaktır.

Konu birçok açıdan önemli olsa da bizi ilgilendiren son derece önemli iki noktaya dikkati çekmek isteyeceğiz.

Ariste’nin değerlendirilmesinden önce uygarlık tarihi açısından çok önemli olan bu gelişmenin Talmud’da ele alınma şeklini vermek gerekecektir. Şöyle yazılacaktır burada: “Korkunç bir olay olacaktır İsrael için bu tercüme. Ağır bir günah ve suç işlenmiştir. Musa’nın dönemindeki “altın buzağı” günahından az olmayacaktır bu günah. Çünkü kutsal metin hiçbir zaman tam anlamıyla çevrilemeyecektir. Bu işe kalkışmak dahi günahtır.”

Bu cümlelerin yorumlanmasına geçmeden, bu kez Ariste’nin aslında biraz fazla uzun olan mektubundan birkaç satır aktarmak gerekecektir. Radikalizmin ve köktenci bir din anlayışının savunuculuğunu yapacağı mektubunda şöyle yazacaktır Ariste:

“Tanrı Yunanlıya yasasını verirken sana da krallığını verdi.”

Ekleyecektir Ariste: “Bizim yasamızı yapan ise güçlü tanrımızdır. O, ruh ve beden saflığımızı bozacak yabancılardan bizi korumak için etrafımızı demirden duvarlarla ördü. Hatta saf ve bize ait bir beslenme şekli emretti. Ta ki ‘yabancılardan ayırt edilelim’.”

Antiokhos’un katliamına da İsa’ya da henüz vardır. Reformcu Yahudilik dünyaya Helen kültürü ile birleşerek açılmayı, Tanrısının krallığını Helen’i ve bütün insanlığı da içine alan bir yaklaşım ile Kudüs’e tekrar taşımayı isterken, kutsalın fundamentalist yorumcuları ayırımcı “exclusive” bir yaklaşım içinde olacaklardır görüldüğü gibi; Tanrı bizi ayırmıştır diyeceklerdir.

Ariste’nin satırlarına, ayrılmış olmanın, yalnız kalmanın patolojik sevinci sinmiştir.

Ariste’den Talmud’a

Artık Ariste’de ve Talmud’daki ortak yaklaşımı vurgulayabiliriz.

Kıskanç diye niteledikleri tanrıya öykünüp kıskanç olmayı, diğerlerinden ayrı ve üstün olmayı savunacaklardır ve savunmalıdırlar köktenci Yahudiler. Talmud da durmayacak, görüldüğü gibi korkunç bir hata olarak niteleyecektir tercümeyi. Köktenci muhafazakârlar yalnızlıklarından övgü ile bahsedecekler ve bir gizli sevinç duyacaklardır.

Hâlbuki Ptoleme saygı ile eğilip başının üstüne koyacaktır Tanrı kelamı olarak nitelediği Tora’nın kutsal tercümesini.

Diğer iki tek tanrılı dine henüz vardır. Ama kuşkusuz çocuklar büyükleri taklit edeceklerdir. Doğurgan analarının (Yahudiliğin) çelişki ve kavgalarını, onlar da benimseyeceklerdir. Kıskançlığın ve ayırımın erdem olduğunu savunacaklardır.

Üç tek tanrılı din kendi köktenciliğini yazmaya koyulabilecektir artık.

Köktendincilik kaçınılmaz olarak ebedi hakikatin sadece kendine ait olduğu kuruntusunda değil midir her zaman? 

Kıskandığını kimse ile paylaşmamak, kendinin dışında geri kalanı ötekileştirmek, Yahudiliğin “Goy”u ile başlayacak, Hristiyanlığın “vahşi- putperest” ayırımı ile devam edecek ve nihayet İslam’ın “Al İslam ve Darü’l Harb”ı ile devam edecektir.

Kutsal, bizden yana olan ve olmayanı kurumsallaştıracaktır artık. Yetmeyecek değerli hale getirecektir ayrımı.

Sonuç

Eski Yunan’ın aklının dönüşü için nerede ise iki bin yıl beklemek gerekecektir. Descartes ve Spinoza’nın aklın büyütecini kutsalın üzerine tutması gerekecektir.

Spinoza canını zor kurtaracaktır köktencilerin elinden. Tüm çabası akılla kutsalın birbirinin içinde var olduğunu kanıtlamaktı halbuki. İç içe olduklarını, bir bütün olduklarını anlatmaktı.

Hakikatin ancak bir arayış olabileceğini ve yolunun da aklın yolu olduğunu yazmaktı.

Radikalist içe kapanışın hakikatin kavranmasına ancak engel olabileceğini görmüş olmalıydı.

Kıskanan, hakikatin kavranmasına engel olacaktır. Salt kendine ait olduğunu ileri sürdüğü hakikatin, öyle olmayabileceği anlaşıldığında da şiddete başvurması kaçınılmaz olacaktır.

Şiddet de bu kez hakikati tümden karartmayacak mıdır?

Konuyu tartışmaya devam edeceğiz

* İlgili yazı, 16 Ocak 2019 tarihinde Şalom Gazetesinde yayımlanmıştır.

Devam yazısı için: Kutsal Yeri ve Göğü Kapsadığında- V

Write A Comment