Yola İbrahim’le koyulurken…

Tekrar ve kısaca hatırlatmakta yarar var; bu yazı dizisinde, kutsalın şiddetle ilişkisi tahlil edilmeye çalışılmaktadır. Bu kaçınılmaz olarak tarihsel ve düşünsel düzeyde bir iz sürmeyi gerektirmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki yapılan sorgulamada “dinler barışın övgüsündedir, insanları şiddetten kaçınmaya çağırırlar” gibi çok sıradan (ve her zaman doğru olmayan) söylemlerin dışında kalınmıştır ve kalınacaktır.

Ayrıca, tekrar altını çizelim; diğer iki büyük din bir anlamda düşünsel düzeyde varlıklarını doğurgan ve bereketli analarına; Yahudiliğe borçlu olduklarından, bu din araştırmanın temel hareket noktasını oluşturmuştur.

Bu kısa hatırlatmadan sonra devam edilebilir.

Tora’nın ilgili bölümleri dikkatle okunduğunda dahi görülebilecek olanları biz yine de Römer’in1 analitik çözümlemelerinden de yararlanarak okumaya çalışacağız: Tanrı İbrahim’e, daha sonra çocuklarına ve tüm soyuna bırakılmak üzere belli sınırlar içindeki bir toprağı vaat edecektir. Açıktır ki, toprak mülkiyeti sadece tanrıya ait olduğu için İbrahim’e bırakılacak olan, toprakların “hukuki deyimle, kullanım hakkından” ibarettir.

Kendine özgü efsunlu ve dolambaçlı dili ile “Tekvindeki” bu anlatıda üç önemli noktanın vurgusu yapılacaktır. Önce, işaret edilen mülkiyet sorunudur altının çizilmesi gereken. İkinci ve konumuz açısından önemli olan, İbrahim’in bu şekilde kuzeydeki ve güneydeki halklarla yakınlaşmasının, ilişki kurmasının beklenmesidir. Nihayet üçüncü ve son derece önemli olarak, kutsalın İbrahim’in soyunu işaret etmesidir.

Soy devamlılığına vurgu yapılarak, İbrahim’in kimliği etrafında etnik yaklaşımlı bir kimlik örülmeye başlanacaktır artık. Yahudilik tanımlanmasında ilk önemli unsur olan etnisite (kan bağı) böylece gün yüzü görmüş olacaktır. Dikkat etmek gerekiyor; etnik vurgu dinsel olandan önce gelecektir kutsal anlatıda. Öyle ise Yahudiliğin tarihsel olarak uç vermesinde de, tanımlanmasında da ilk kriter kan veya soy bağı olacaktır.

Bunları belirttikten sonra Yahudiliğin zaman içinde diğer din ve halklarla etkileşimi açısından önem taşıyacak olan çok önemli bir gelişmenin belirtilmesi gerekecektir: İbrahim, çıkarıldığı (tanrı tarafından) yolculuk sırasında, Salem’li2 (Jerusalem) Kenani kralı ile karşılaşacaktır. Kutsal kitap nedenini açıktan belirtmezse de “tanrının bu en büyük kahini” İbrahim’i kutsayacaktır. İlginçtir, buradaki tanrının ismi El Elyon’sa da bir diğer ismi daha sonra karşılaşılacak olan Yunanlıların Hypsistos’u3 olacaktır.

Gerçekten de İbrahim’e de, bu tanrıya da daha sonra hem Fenikelilerde hem Babil’de, hem Helen diyarındaki muhtelif söylencelerde rastlanacaktır. Buradan İbrahim’in tüm bölge halkı tarafından tanınan, sayılan, efsanevi bir kişiliği olduğunu söylemek doğru olacaktır.

İbrahim’in bu kişiliği ile MÖ 50’lerde yaşamış Yunan tarihçi Strabon’dan bu konuda edindiğimiz bilgi birleştiğinde ortaya bu kez Yahudilik dininin yorumu açısından da önem taşıyacak ipuçları çıkacaktır. Şöyle yazacaktır tarihçi: “Yahudilerin tanrıları tektir. Bu, tüm toprakları ve denizleri çevreleyen bir varlıktır. Gök ve toprağa, her şeyin içinde var olanı, asıl olanı eklerseniz onların tanrılarına ulaşmış olursunuz.”

Çelişkisiz, gerginliksiz ve gelgitsiz olmamakla birlikte, İbrahim’de dikkati çeken herhangi bir halkın dışlanmamasıdır. Tanım ayrılık kriteri üzerinden değil birleştiricilik ölçütü üzerinden yapılacaktır. İnsanlığın tümünü aynı sonsuzluğun içinde kucaklamaktır hedeflenen.

Ama artık asıl varılmak istenen ortaya çıkmıştır: Önce etnik bir payda üzerinden tanımlanmaya başlanan Yahudiliğe ancak daha sonra -önceleri evrensel yanı ağır basan- dinsel öğe eklenecektir. Önce etnik ile belirlenen kimliğe daha sonra adet, gelenek, kısaca dinsel unsur eklenecektir.

İbrahim gizemli kişiliği ile kutsalın söyleminde ve halkın söylencesinde Yahudiliğin etnik ve dinsel kimliklerini birbirinin içinde kaynaştıran efsanevi bir lider olacaktır.

Göklerin Elçisi Yer Üstü Önderliğine de Soyunduğunda…

Çok tanrılı dönemlerde, paganlığın egemenliğinde var olmak bir anlamda din savaşlarının uzağında yaşamak da olacaktı. Tanrılar, ihtiraslarına yenik düşüp kendi aralarında savaşsalar bile insanların onlar için şehit olmaları pek beklenmeyecekti. Bu niteleme pek bilinmeyecekti bile henüz.

Din o dönemlerde sosyal ve ekonomik ilişkileri kolaylaştıran bir düzenlemeler bütünü idi olsa olsa.

Dinin, kutsalın, siyasallaşması beklenecektir, yer üzerinin kan kızılına boyanmasında yeni bir neden bulmak için.

Monoteist kaynaklı kıskançlıkla başlayacak olana, yer üzerini tek başına yönetmek ihtirasının eklenmesi beklenecekti.

Göksel kaynaklı yasa ihtirasla yer üzerini yönetmeye talip olacaktı.

Yer üzerinde yasa yapmanın tek amacı vardır; insanları yönetmek tutkusudur bu. Yasaya uymak zorunlu olacaktır böylece, uymayan tecrit edilecektir, toplum dışına sürülecektir, yetmezse öldürülecektir. Yasa koyucu toplumu koruduğunu ilan etse bile nefret ve öç alma duygularının da burada büyük rol oynadığı açıktır.

Göklerin otoritesi yerin mutlak hâkimi olduğunda gücü sonsuz olacaktır.

Musa, Sina’dan indiğinde kızgınlık ve öfke ile bağıracaktır. Yüzü yanmıştır adına konuştuğu tanrısı ile karşılaşmasında. Elinde yer üstü yaşamını düzenlemek üzere tuttuğu “tanrı emirleri” ile kendisini bekleyen halkına şöyle haykıracaktır: “Benden yana olmayanlar çöle.”

Uygarlık tarihi son derece önemli bir dönemeçtedir. Daha önce sosyal hayatı düzenleyebilen din siyasallaşmıştır. Yer üzerinin yönetimine taliptir ve bunun için kimseden izin almayacaktır.

Din artık bir birleştirme unsuru oluğu gibi ayrıştırma unsurudur da. Yasaya uymayan çöle sürülecektir. Artık Yahudi olmak için İbrahim’in etnik – dini kriterleri geçerli olmayacaktır. Dini referans bu kez öncelikle etnik olan ile değil yasal olanla birleşecektir.

Yahudi olan “seçilmiş olandır”, seçilmiş olan yasaya uyandır. Uymayan Yahudi değildir. Yasa çünkü en büyük kutsala aittir. Yasa politik olanı belirleyendir. Kutsal da artık yasayı belirleyendir.

Musa, din ile yasayı birleştirerek gök ile yerin sınırını kaldıracaktır.

Yolunu İbrahim’den ayıracaktır artık.

“Gruba ait olmayı belirleyen” artık din-etnik birlikteliği değil, din-siyaset bütünüdür. Din siyasallaşmıştır. Üstelik gücünü tabi olanın yaşadığı yer üzerinden değil, artık İbrahim’inki gibi kapsayıcı olmayan gökyüzünden alacaktır.

Bugün çok iyi bilinen şehadet meşrulaşmıştır artık. Çılgıncasına sevilen, kıskanılır ve uğrunda ölüp öldürülebilen olacaktır kutsal.

Siyasetin örgütü devlet, şiddet için vardır zaten ve tehlikeli bir dönemece doğru sürüklenecektir insanlık.

Siyaset dahi tartışılır olmaktan çıktığında ufuk tümden kararmayacak mıdır?

İki büyük din annelerinin rahminde dikkatle izlemektedir olanı biteni.

Onlar ve hele sonuncusu daha da büyük ihtirasla seveceklerdir kıskandıklarını.

Devam edecek…

1 Thomas Christian Römer: (D.T. 1955) Alman kökenli, İsviçreli bilim adamı, filolog ve  profesördür. İlahiyat çalışmalarıyla tanınmıştır.
2 Hypsistos: Yunanlılarda soyut Tanrı inancı. (Dileyen bu konu ile ilgili daha önceki yazılara göz atabilir.)

*İlgili yazı, 20 Şubat 2019 tarihli Şalom Gazetesinde yayınlanmıştır.

Devam yazısı için: Kutsal Yeri Göğü Kapsarsa -VI

Write A Comment