Meursault, ilgisiz kalınan olacaktır. Henüz sanal birlikteliğin bilinmediği bir dünyada kendi ölümüne seyirci kalarak, yalnızlığın ve sevgisizliğin cehenneminde yitip gitmekten kurtulamayacaktır.
Zor olacaktır sekülerleşemeyen bu topraklarda Yahudi’nin sekülerleşmesi. Kim bilir bu, peygamberlerin topraklarında yaşamanın göstergesi mi sayılmalıdır. İbrani devletinde de mümkün olamayacaktır sekülerleşme. Teknolojideki övünç verici(!) sekülerleşme toplumsal ve hukuksal düzeye taşınamayacaktır.
Bilinç ve seçim, a priori özgür olan için mümkün olacaktır; seçmek özgür akla aittir çünkü. İyi ve kötü de ancak seçilebilir olduklarında iyi ve kötü olmayacaklar mıdır zaten.
Takvim yaprakları 1978’i gösteriyordu. Tarihin güçle yazılacağı tezinin sonuna kadar inançlısı bir başbakan “peygamberler ülkesinde” ismini ebedileştirmek isteyecekti; mümkün olamayacak olanı gerçekleştirmeye soyunacaktı
Özgürlük yanılsamasının içinde yaşandığına kuşku yoktur bugün. La Boétie’nin gönüllü köleliği1, içinde yaşadığımız dönem için yazılmıştır sanki. “İnsanlar genel olarak öylesine cahildirler ki, yaşadıkları esaret, onlara özgürlük olarak sunulduğunda tereddütsüz kabul ederler” diyecektir Spinoza da.
Bu sütunlarda yapılmaya çalışılan, modern zamanların düşünürlerinin izinden (ki bunların bir kısmı ekonomi politik filozoflarıdır) giderek, zenginleşmenin ancak özgürleşme ile birlikte bir anlam ifade edeceğini göstermektir. Aklın eşliğinde gerçek özgürleşme mümkünse, erdem de ancak ikisinin varlığında söz konusu olabilecektir. İnsan olan için açıktır ki; yaşam ancak bu durumda yaşanabilendir.
Zamanların öncesinden beri yaşıyordu birlikte iki toplum. Fillerle insanlar aynı geniş düzlükleri, ormanları paylaşıyorlardı. Yeteri kadar genişti topraklar. Yazılı olmayan bir anayasanın kurallarına uygun davranıyordu ikisi de.
Özgürleşme, öncelikle bireyin, modernleşmenin ufkunda kendini var etme arayışına denk düşecektir. Bedeni evet ama öncelikle düşüncesi ve duygusu ile kendini var etme arayışında olacaktır insan olan.
Filozof yatağından kalktı, kıvırcık kömür karası perçemlerinin ardından dünyaya baktı. Tabiat, işte her zamanki düzeni içinde onu bekliyordu sanki. Albatrosu gördü, aydınlandı yüzü. Yalnız olmadığını düşündü.
Viyana beyaz bir örtü altındaydı. Dokunulmamıştı karlara henüz. En küçük bir postal izi bozmuyordu gök üzerinden yumuşakça süzülen kristal tanelerinin sükûnetini. Faşist çetelerin sokak savaşlarının, imparatorluğun başkentine nefret ve korku tohumlarını ekmelerine henüz vardı.
Freud muhtemelen Spinoza’ya mektubuna devam ederek kendi alanındaki çalışmalarından söz açacak ve buradaki bulgularının 300 yıllık bir zaman aralığında “Tractatus’la” nasıl örtüştüğünü anlatacaktır.