“Ne yapıyor benim sevgili kulum Eyub aşağıda” der Tanrı Şeytana
Eyub – Bap 2
“Uzat elini ve sahip olduğu her şeye dokun” der Şeytan
“Bahse girerim sana beddua edecektir”
Olsun diye cevap verir Yahve. Onun bütün sahip oldukları senin iktidarındadır.
İşte artık o senin elindedir ancak canını esirgemeyi unutma onun.

Teolojinin Gizledikleri
“İnsanlar özgür olduklarını sanırlar” der Spinoza. Emindirler bundan. Her şey gibi bunu da çok iyi bildiklerinden kuşkuları yoktur. Gururludurlar bu nedenden dolayı. Bilmenin ne olduğunu bilmediklerinden, cehaletlerinin bilincinde olacak bilinçleri olmadığından, yaşamlarını özgürce kendilerinin biçimlendirdiklerini, kararlarını kendi isteklerinin doğrultusunda aldıklarını düşüneceklerdir her zaman.
Schopenhauer daha da iddialı olacak; insanlar ona göre bırakın isteklerinin nedenini bilmeyi, üzerine düşünmeyi bile akıllarına getirmeyeceklerdir. Çok övündükleri iradelerini, yaşamları boyunca bir kez bile kullanabilmiş olmayacaklardır.
Bu durumda sormak hak olabilecektir; kendinden bile habersiz olan, neye güvenerek tarihi yazmaya, dünyayı değiştirmeye cüret edecektir? Duygusal, denetimsiz bir fırtınaya teslim olmak, olsa olsa kötünün merkezine yolculuğu özendirebilecektir. Bu, insan için olduğu kadar toplum için de geçerli olacaktır.
İster istemez Horace’la1 Freud düşecektir akla; iki bin yıl arayla vurgulamayacaklar mıydı; “insandan daha hain bir yaratık görmedik” dediklerinde yanılmış mı olacaklardı?
Üzerinden Rimbaud’ların2 değil ama her türden tanrının, peygamber ve evliyanın eksik olmadığı kutsal topraklarda, sanki büyük ozana kendi cümleleri ile nazire yaparcasına seslenmeyecek mi idi seçilmiş halktan bir güruh; “O güzel cinayet ki sokağın çamurunda cıvıldıyordu.”
Özgürce! tekmeliyordu herkes yere düşeni, kutsal toprakların isimsiz bir sokağında; kim bilir Rimbaud mu gelecekti aklına soluğu kesilirken, ölüm sonrasına kadar uzanacaktı linç edilenin haykırışları; “Toprağın altına gideceğim ve sen güneşin altında yürümeye devam edeceksin.”
Hemen yakında parçalanacaktı bu kez de “güneş altında yürümeye” cüret edecek olan başka bir beden. Linç edilen bu kez diğer dine ait olacaktı.
Anlaşılan kutsaldan! alınan yok etme emirleri iki dinin “özgür iradelileri” tarafından inançla ve özenle yerine getiriliyordu; “Tanrılar yine susamışlardı.” Anatole France3 gülümsüyordu.
Kutsal topraklarda “inançlı” halklar! ellerinde silahlarla (aslında hiçbir zaman inanmadıkları) bu dünyaya ait adaletin icrasına soyunacaklardı. İki taraf da kaptırmak istemeyecekti birinciliği. Nefret ve şiddet binlerce yıldır mekân tutmuştu bu toprakları.
Monoteizm sanki her şeyiyle dünyasını tanrısız Yunanlıdan (antik) ayırt etmeye yeminliydi; buna göre tek tanrılı dünyada tek yol zorunlu olacaktı. Alternatif veya çoklu yollar kan akıtılması ile sonuçlanabilecekti. Monoteizmin teolojisinde zeytin ağaçlarının gübresi kanla sulanacak ve nefretin yakıcı güneşinin altında büyüyeceklerdi. Aynı güneşin altında büyük bir umarsızlıkla güzelleşmeye de çalışacaklardı insanlar.
İktisadi, kişisel çıkarlar, her türden fanatizmin, dinselliğin ve milliyetçiliğin bayrağının arkasına saklanıp susuzluklarını gidermeye çalışacaklardı. Siyasetçilerin ihtirası, zenginleşmeye çalışanlarınki ile birleşecekti. İnsanlık, zaferi karşı tarafta yaşamına son verdiklerinin sayısı ile ölçecekti.
Özellikle bu toprakların bir bölümüne sıkışmış (sıkıştırılmış) olanlar tereddütsüz gönderilebileceklerdi “toprağın altına”. Kan kokacaktı tüm söylemler.
Halkın cehaleti ve inanılmaz yoksulluğu idi onlar için savaştığını iddia edenlerin güvencesi ve fütursuzluklarının nedeni.
Cehalet ve yoksulluk, teolojinin yapısındaki katılığı arttırıyordu bu tarafta. Eğitimli ve nispeten daha varlıklıların yaşadığı tarafta da akıl yeterli aydınlığı sağlayamıyordu. Ağır sisli bir güneş bulutunun ardında, iktisadın dünyası ile sinsi ittifaklar oluşturacaktı teolojinin dünyası.
Bilge La Fontaine bir yerlere not düşmüştü sanki buradaki inançlılar için; “Güçlünün hakkı her zaman en mükemmel olandır.”
Göksel hukukun muğlaklığını ve yönetenin yorumuna açık kalmasını yeğleyenlere Camus hep seslenecekti; “Ben vatanımdan büyük ve şanlı olmasını beklemiyorum. Onu kan ve yalanla sevmek istemiyorum. Adaletle, hukukla birlikte yaşamak ve sevmek istiyorum.” Deşifre etmeye soyunacaktı kutsallığın arkasındaki çıkar ittifakını filozof.
Şeytan, Eyub ve Özgür İrade
Ama tekrar yakılan cehennem ateşinin başında, Eyub’e söylendiği gibi zaten işinin ehli vardı. Evet söz vermişti şeytan tanrıya, canını esirgeyecekti insanın ama eğer bizzat kendisi canından olmaya adaysa ne yapabilecekti ki!
Bu topraklar monoteizmle birlikte şahadetin icat edilip kutsallaştığı bir yer değil miydi kadim zamanlardan beri. Politeizmde anlamsız olan şehadet, monoteizmin temel değeri haline getirilmişse, şeytan dikkate almak zorunda olmayacaktır Schopenhauer’in “insan bilmediğini bilen değildir” söylemini. Tanrıya verdiği sözden de kurtarmış olacaktır kendini!
Teolojik kavrayış için özgürlük ve özgür irade Rimbaud’nun anlamında bir perspektiften çok, bir yanılsama olacaktı. Yahudilik sanki Yahve’nin4bu halka biçtiği yazgıdan, onlara inşa ettiği hapishaneden başka bir şey değildi. Seçilmiş olan kendisi için inşa edilen tutuk evinde kalacaktı.
Ölümcül bir yazgı biçmiştir zamanların başından beri Yahudilik sanki kendine. Tutuklu kalmanın ve yok edilmenin yazgısına mahkum etmişti sanki kendini. Eyub’e bunu anlatmaya çalışıyordu sanki şeytan.
Ama o zaman Tanrı fanatik miydi? Kendi seçtiğinin fanatiği miydi?
Değilse, Eyub’e rağmen Şeytan mı kutsal toprakları iki tarafın da fanatizminin mahpushanesi haline getirmişti?
***
Voltaire pek umutlu olmayacaktır hiçbir zaman bu topraklardan.
Kutsal topraklar hala Hobbes’in doğrulanacağı yer olmamalıydı. Bu toprağın hamurunda yoğrulmuş bilgenin işlevi ne olacaktı o zaman? “Sadece insanın, insanın kurdu olduğunu kanıtlamaya mı soyunmuştu?”
Halbuki güvenilmişti hep beraber insan olarak; monoteizmin teorik kardeşliğinin, milliyetçiliğin köpüklü salyalarının savrulmasını önleyeceğine.
Rastgele ve insafsız, kentlerin üzerinde uçuşan ve üzerinden iktidar aranan füzeli saldırılar mümkün olmamalıydı hala, teknolojinin tahribatını en iyi bilenler de, akıllı teknoloji ile her şeyi harabe haline getirmeden evvel düşünebilmeliydi.
Ama işte düşünemiyordu. Spinoza anlayacaktı bu çıkmazı; özgürlük illüzyonunun köleliği ve şiddeti nasıl kışkırtacağını yazacaktı. Özgürlüğünden edilecekti o da halkı tarafından.
Barış İllüzyonu
İsrail’in değişmez! liderinin temel görevi olacaktır sanki; kendi kişisel illüzyonlarını topluma mal etmekte son derece yetenekli olacaktır.
Zenginlik ve güç arayışı Burchardt’ın5 belirttiği gibi modern zamanlar insanının iki temel yaşam dinamosudur. Yahudi toplumunun lideri kendi yaşam dinamiklerini iyi bir illüzyonist olarak topluma benimsetecektir. Bunun için de asıl büyük yanılsamacılarla kol kola girecektir. Trump ve cin fikirli damadının yanılsamalarının kendisininkilerle örtüştüğünü gördüğünde harekete geçecektir. Silahlanma ile ticaret yapmanın at başı gittiğini Marx bile onun kadar iyi kanıtlayamayacaktır.
Demir kubbe (Iron dome) projesi ile bir yandan Filistin füzeleri önlenmeye çalışılacak, diğer yandan insanları hayran bırakan Luna Park gösterileri ile pazarlaması kışkırtılacaktır. İllüzyon açıktır. Özgür aklı (libre arbitre) olmayan insan, savaşın zenginleştirdiğine ve zararsızlığına inanacaktır.
Bir kez yanılsamanın içinde yaşanmaya alışılınca devamı gelecek, hiç savaşılmamış toplumlarla barış yapılabileceği ispat edilebilecektir!
Bu topraklardaki dostlarımız dahil herkes hazırdır sahneye koyulanı gerçek sanmaya; en kötü barış savaştan iyidir demek hoş gelecektir kulağa.
Asıl barış yapılması gerekenler sessizliğe mahkûm edilmek istenecektir.
Monoteist yanılsamalara alışmış zihin bu aldatılmaya da rahatlıkla kendini bırakacaktır; barış zenginlikle beraber yoldadır artık. Varsın başta Smith ve Marx bu yanılsamaların hüsranla sonuçlanacağı uyarısını çoktandır yapmış olsun. Varsın komşudaki yangının orada sınırlandırılamayacağı bilinsin. Varsın tarihçi; Truva yangınında alevlerin, herkes arasında ayırım yapmadan tümünü nasıl yok ettiğini anlatsın.
Zenginliğin ve gücün yanılsamaları Avnery’nın6 de artık yokluğunda tutsak kılacaktır toplumu ninnilere. Sonsuz güç ve zenginlik arayışında bitmeyen hukuki suçlanmalarda başı dönen toplum lideri ise daha da hızlı sarılacaktır yanılsamalara; zenginlerin koalisyonu herkesin ağzına bir parmak bal çalabilecektir.
Özgürlüğün illüzyonu bilinci karartmıştır bir kez; özgürlüğün ve zenginliğin hızla artabileceği hayal edilebilecektir artık, ama zenginlik ve güç esrikliğinde adalet sağlanamayacağı unutulacaktır.
* Orta Doğu’daki çatışma üzerine, 17 Mayıs 2021 tarihinde kaleme alınmıştır.
1 MÖ 8 Aralık 65 – MÖ 27 Kasım 8 yılları arasında yaşamış Romalı şair
2 20 Ekim 1854 – 10 Kasım 1891 tarihleri arasında yaşamış ünlü Fransız şair
3 16 Nisan 1844 – 12 Ekim 1924 yılları arasında yaşamış Fransız yazar. En ünlü eseri Tanrılar Susamışlardı
4 Yehova
5 (Kasım 18, 1857 – 19 Aralık 1909), Arabistan Yahudi kökenli Alman kaşif ve fotoğrafçı.
6 İsrailli yazar siyasetçi ve barış aktivistti. “Gush Shalom Barış Hareketi” kurucusu.