İktisadi Düşünce Nedir?

İktisadi düşünce iktisat disiplini içinde bir antikite midir? Onunla ilgilenenler de bir antikacı mıdır?

İktisadi düşünce ile ilgilenen iktisatçı mıdır? Değil midir?

İktisadi düşünce bir mikrodan, bir makrodan farklı olarak üç beş uzmanın dışında hiç kimsenin ilgilenmediği can sıkıcı bir konular sıralanması, bir adlar dizini, bir mezarlıklar ziyareti midir?

İktisadi düşüncenin çağımızın sorunları ile bir ilgisi var mıdır?

İşlevselliği Nedir?

Ne işe yarar ki ye verilecek bir yanıtı var mıdır?

İktisat politikası ile para politikası ile kıyaslandığında yeri nedir?

Nihayet İDT nasıl yazılmalıdır?

Bu sorulara yanıt aramak bize daha sonra ülkemizde de kimi batı üniversitelerinde de iktisadi düşünce tarihine olan ilginin azalma nedenlerine de bir yanıt getirebilecektir. Örneğin Fransa da profesör adaylarının kabul edilmesinde İDT sınav konularından kaldırılmıştır. Bunun için doğal olarak öncelikle bilimin ve bilimsel düşüncenin genel niteliğini, sonra sosyal bilimlerin anlamını ve iktisadı bir bilim olarak nasıl algıladığımızı tartışmak daha sonra da bilimden ve sosyal bilimden, iktisat biliminden beklentilerin tartışılmaya açılması gerekecektir.

Daha sonra da İDT, iktisat teorisi ve iktisat politikasının irdelenmesi gerekecektir. Yani arada fonksiyonel bir ilişki var mı yok mu ona bakmak gerekecektir.

Tabi bu kısa konuşma çerçevesinde bütün bu soruların tartışılması mümkün olamayacağına göre en azından kimilerine satırbaşları ile değinmek ve vurgulamak zorunluluğu olacaktır.

Blaug bir yerde şöyle der:

Biz tarihçi değil ekonomistiz. Stigler de “iktisadi düşünce tarihi hiçbir işe yaramayan bir çelişkiler yumağından başka bir şey değildir, modern iktisat teorisi açısından bir zaman kaybıdır üzerinde niye kafa yorulsun ki” der. Tabi bunlar espri olarak söylenmiştir. Her şakanın bir gerçek yönü de vardır deyişini bir yana bırakırsak düşünce yürütmeye şuradan başlayabiliriz.

Sosyal bilimler nitelik olarak fizik bilimlerden ayrı mıdır? Uygulanacak metot ayrı mı olmalıdır yoksa aynı metot sosyal bilimlere de uygulanabilir mi?

Biraz daha konumuza dönersek iktisat bir sosyal bilim midir? Uygulanacak metot fizik bilimlerin aynısı mı olacaktır? Farklı mı olacaktır?

Aynı soruları İDT ye de yöneltebiliriz

Diğer bir soru iktisadi düşünce tarihine yaklaşırken veya incelenirken sürece relativiste gözlükle mi Absolutiste gözlükle mi yaklaşılacağıdır.

Diğer bir deyişle geçmişteki teori ve iktisatçı o tarihsel dönemin şartları ile beraber mi düşünülüp, zaman ve mekan içinde mi tahlil edilip değerlendirilecektir? (ki buna rolativist yaklaşım diyoruz) yoksa bilimsel süreci yanlıştan doğruya giden düzenli bir gelişme olarak ele alıp teorinin kendi içinde bağımsız olarak, logique düzeyde, mutlak olarak doğru veya yanlış olduğunu mu tartışacağız

Rolativist yorum iktisadi düşünceye büyük bir katkıda bulunabilir. Politik felsefe ve moral felsefe ile birlikte iktisadi düşüncenin yorumunda bize büyük açılımlar getirebilir. Diğer yandan iktisadı modern bir bilim olarak fizik bilim olarak kendine ait yasalara sahip bir bilim olarak absolötist bir görüş içinde görmek de kimi kazanımlar sağlayabilir.

Bu yöntemlerden herhangi biri ile iktisadi düşünce tarihini irdeleyeceksek varacağımız noktalar değişik olacaktır.

Relativist düşünceden yola çıkarsak; öncelikle konu ile ilgili ilginç bir örnek olarak Clark’ın tespitini verebiliriz. Clark’a göre Ricardo emek değer teorisinin o dönemde sabit kapitalin pek fazla kullanılmamasına dayandırdığını 3yıl sonra makineleşmenin artmasıyla teorisinde bir gözden geçirmeye gittiğini ifade eder.

Bununla birlikte Pür rolativist düşüncenin ciddi bir mahsuru vardır. Öncelikle bu bakış genelde teorinin iç bütünlüğünün gözden kaçırılmasına yol açabilir. Diğer yandan klasik teoriden marjinal devrime giden süreci rolativist bir gözlükle ele aldığımızda iktisadın bugün ulaşmış olduğu gelişmiş iktisadi teknikleri de inkar mı edeceğiz sorusu akla gelir.

Diğer yandan rolativist düşünce bir yandan bizi iktisatçının düşüncesini belli bir sınıfın çıkarlarının doğrulanmasından başka bir şey olmadığına götürürse diğer bir deyişle siyasal amaçların takip edilmesinden başka bir amacı olmazsa ne yapacağız.

Absolutist bir gözlük ise aşağıda değineceğimiz gibi iktisat teorisinin içsel mükemmelliğine kendini kaptırıp sosyal ve tarihsel bütünlüğü gözden kaçırabilir. Öyle ise iktisadi sürecin analizini relativiste yaklaşım ile yapacaksak veya mutlakiyetçi bir gözlükle bakacaksak iktisadi düşünce tarihine de aynı perspektif içinde bakacağız.

Tüm sorun iktisada ve iktisadi gerçeğe nasıl baktığımıza bağlı olacak. İktisadi düşünce tarihi absolötizmin savunduğu bir görüşle mi incelenecek? Öyle ise a historik ve a sosyal mi olacak?

Yoksa tarih ve zaman içinde mi ele alınacak?

Diğer yandan rolativist gözle düşünce tarihine yaklaşmak ise bizi ideoloji doktrinine götürebilir. Örneğin Roll (1939), Rogin (1956)

Burada konu ister istemez iktisadın biraz da niteliği yani bilimsel karakteristiği ile ilgili olacak

Sorunun devamı olarak düşünce yürütünce şu çıkarım geliyor:

İktisat bir fizik bilim gibi a moral ve değer yargısız olabilir mi?

Schumpeter’e göre iktisatçı analizini yaparken değer yargılardan arınır veya arınmalıdır.

Ama İktisat konusu olarak insanı aldığına göre değer yargısız olması düşünülemez. Myrdal’ın Les elements politiques du développement de la théorie économique de 1939’da yazdığı gibi iktisadi gelişme apriori değer yargıları üzerine gelişir. Myrdal bu yapıtında enstitüsiyonalizm’e büyük katkı getirmiştir. Myrdal’a göre iktisat objektif olamaz. İktisatçılar teorilerinin ve düşüncelerinin felsefi temellerini unutmaya yatkın olabilirler veya ama modern teori ideoloji yüklüdür. Teori postülalarla yüklüdür ve teorinin politik çıkarımları buna göre olur ve genelde eşitsizlik yaratır. İktisat teorisinin metodolojik programı realizmle bağıntılı değildir.

Myrdal ekonomistlerin iktisadi kültürlerini ve tarihsel kültürlerinin zayıflığından yakınır.

Myrdal bilindiği gibi iktisadın ve sosyal bilimlerin çeşitli bölümlerinin ayrıştırılmasına tümüyle karşıdır.

Özetle sorun iktisadi düşünceye bakışı irdelemeyi bir biyolog gözü ile mi bakacağımız yani rolativist bir gözle mi bakacağımız veya mekanik bir gözle mi bir makineye bakar gibi mi bakacağımız yani absolötist absolutiste bir gözle mi bakacağız.

Bu durumda apriorisiz tahlil yapamayacaksak apriorileri veya önyargıları nereye yerleştireceğiz

Blaug’un deyişi ile apriorilerin yerini değerlendirmek iktisadi düşünce tarihçisine düşmektedir. Blaug’un bizimde katıldığımız görüşü apriorilerin iktisatçıyı bilimsel analizlere nasıl sevk ettiğinin araştırılması gerekliliğidir. İktisadi düşünce tarihçisi, ideolojik temelle aprioriler bir kez kaldırılırsa analizlerin devam edip etmeyeceğini araştıracaktır. Bu onun asli görevlerinden biridir.

Bununla birlikte rolativist bakışın doğrultusunda toplumsal ve tarihsel kontekste önem vermek ve iktisadi analizi bu çerçevede yürütmek ve bunun doğru olduğunu ileri sürmek bizi, iktisadi düşünce tarihçisini başka bir sakıncalı yere götürebilir. Bu yer iktisat teorilerinin evrensel olarak doğru olmak savını ortadan kaldırır ve pür rolativitzmin tezi olur.

İktisadi düşünce tarihçisi bir anlamda sosyal bilimlerin bu dramına tanıklık eder. Değişkenler var ama parametre yok.

Yine örneğin iktisat teorisinin temel bir sorunu hipotezlerin niteliği sorunu teorinin geçerliliğini tartışma konusu haline getirmektedir. Fridman’a göre ekonomi pozitif bir bilim olduğuna göre teori de bir reel hipotezler bütünü olduğuna göre kendini açıklamakla yükümlü tuttuğu olayları tahmin edebilme yetisi ile açıklanabilir. Bir hipotezin geçerli olmasının tek koşulu tahminlerin deneyle karşılaştırılmasıdır. Eğer tahminler doğrulanmıyorsa hipotez atılmalıdır. Ama yine Fridman’a göre kimi postülalar realist olup olmama testi ile değerlendirilemezler. Örneğin girişimcilerin gelirlerini maksimize etmek amacı bu postülanın realist olup olmama testi ile değerlendirilemezler çünkü Darvinci yaklaşım sadece çıkarını en çoğa çıkaranın yaşayabileceği garantisini vermektedir. Bu anlayışta bir hipotez postülanın deskriptifliği açısından yanlış olabilir ve olmalıdır. Önemli olan teorinin tahmin edebilme yeteneğinin var olup olmadığıdır.

Coddington ‘a göre de teori ileriyi tahmin etme aracından başka bir şey değildir. Bu durumda postülalar irrealistken veya yanlış iken teoriler doğruyu tahmin edebilirler. Postüla sadece bir teorinin hangi şartlar altında geçerli olduğunu gösterir. O şartların spekülasyonundan ibarettir. O şartları belirlemez. Halbuki Archibalt (1959), Merits (1965) postülaların niteliği ve gerçekliği üzerine değişik yaklaşımlar getirmektedir.

Machlup (1975) tezinde temel postülanın yanlış olduğu bir kontekstte bile bir teorinin tümü ile yanlışlanabilmesinin ancak yerine bir başkasının konulabilmesi ile olası olduğunu ileri sürer.

Bu durumda Machlup’u, Mises ve Knight ile birlikte metodolojik yaklaşımda bir yana koyarsak ultra-empiriste Hutchison’u diğer yana bu iki ekstrem uç arasında Samuelson ve Lange’yi de diğer yana koyabiliriz.

Bu durumda bu kadar zıt yorumlar arasında iktisadi düşünce ve iktisat teorisi bağlantısı nedir?

Sonuç

İDT’ni Blaug geriye ve ileriye doğru salınımlarla ve sürekli oluşumlarla iktisat teorisinin anlaşılması olarak tanımlar. Pigousuz Keynes, Keynessiz Fridman’ı anlamak mümkün değildir der.

İDT sayesinde ancak yukarıda verdiğimiz normatif, doktrinal hatta politik betimlemeleri ile yani ideolojik olanla her şeye rağmen scientifique olanı ayırmaya yarar.

Myrdalın dediğinin de ötesinde nerede ise metafizik ve bilim sınırlarının iç içe girmişliğini tarih laboratuvarlarından başka bir yerde İDT’nin dışında bir yerde yapmamız çok zordur.

Schumpeter bile iktisadın bağımsız, niceliksel ve teknik bir bilim olabileceğini savunurken kendi eserinde buna sadık kalmamış ve ünlü yapıtında tarihsel perspektife çok geniş bir yer vermiştir. Schumpeter’e göre iktisadi olgular arka planlarını tarihe dayandırırlar. İktisadi düşünceye dayanırlar. Ufuklarını da bilim tarihinden alırlar. Schumpeter iktisat teorisini, tarihini, sosyolojiyi,ve istatistiği iktisadın 4 temel bölümü olarak verir. “Bunların hiçbirinin diğerine göre üstünlüğü olamaz. İktisattaki yanlışların büyük bir kısmı tarihsel deney eksikliğinden kaynaklanır. Rakamları anlamak o rakamların toplandığı dönemi anlamakla mümkündür. Tarihsel olgular tarihsel bir kontekst içinde oluşurlar iktisadi olgular tarihsel deneyimlerin dışında bir anlam taşımazlar.” der.

Görüldüğü gibi Schumpeter iktisadi bilginin tarihselliğini ve ancak bu sayede iktisat teorisinin ileriyi tahmin etme imkanı verebileceğini söylemektedir.

Burada tarihle ve felsefe ile iş birliği yapacak olan iktisatçıyı temel bir açmaz daha beklemektedir. İktisatçının objektif olma zorunluluğu varken tarihçi ve felsefecinin öyle bir zorunluluğu yoktur.

İktisat teorisinde varılan değişik sonuçların hatta zıtlıkların, dönemsel olarak değişen odak noktalarına bağlayan relativist görüşe karşı çıkan Schumpeter kendi yapıtında görüldüğü gibi pekte öyle davranamamış ve tüm yapıtını tarihsel arka plana dayandırmıştır.

İDT’nin temel sorunu relativist gözle yaklaşıldığında iktisat biliminin evrensel niteliğinin bir anlamda reddinin de söz konusu olabileceğidir.

İDT’nin nasıl yazılacağı sorununa girmeden bitirirken altını çizmek istediğim zaten birçok iktisatçının yaptığı gibi röletivist yorumun tarihselliği ile absolutiste yaklaşımın optimalini bulmak olacaktır. Böylelikle tarihsel bir perspektif içinde yakalamaya iktisadi düşünce tarihinin yardımı ile yakalamaya çalıştığımız perspektif evrensel teknikleri ile bilimsel kriterleri yakalamaya çalışacaktır. Fransız iktisatçı Guérrien in de dediği gibi iktisadi olguların tarihini ve İDT’yi bilmek iktisatçıyı yanlışlardan kurtaracaktır.

Önerimiz iktisat öğretim programlarının en azından ilk sınıflarında iktisat eğitiminin felsefe ve moral felsefe dersleri ile desteklenmesidir.

Fizik bilimlerde olduğu gibi sosyal bilimlerde 20. yüzyılda yaşanan aşırı ihtisaslaşma özellikle iktisadi alet perfeksiyonunda bir mükemmelleşme sağlamışsa da tarihsel sosyolojik ve iktisadi olguların ayrıştırılabileceği ön kabulü iktisat ve diğer sosyal bilimler açısından çok iyi sonuçlar vermemiştir:

Tarihsel değişim sosyal bilimlerin değişik bölümleri arasında bir kaçınılmaz interdependance yaratır. Tarihsel perspektife sahip olmayan bir araştırıcı ister istemez teorinin o anki içeriğinin disipline ait yeterli bilgiyi içerdiğini ve dinamik bir analize geçiş için yeterli olduğunu düşünecektir.

Halbuki Wallersteın ‘ın dediği gibi “tarih çağdaş dünya üzerinde yapılacak her türlü araştırmanın asli unsurudur”.

Fizik bilimlerin cazibesine kapılan iktisatçıları bekleyen temel tehlike formel teorinin veya gözlemlenen iktisadi olguların konusunun insan olmasıdır.

“İnsan” ilişkilerini inceleyen iktisatçıların iktisadi olguya bir “sezgi” ile yaklaşmaları gerekliliği idi. Bu sezginin daha iyi bir iktisat tarihi bilinci ve bilgisi ile toplumu tanıma yetkisi ile mümkün olacağı açıktır…

*İktisat Dergisinde yapılan panelde sunulan metnin aslından alıntıdır, Sayı: 490, Ekim-Kasım 2007, İstanbul

Write A Comment