Ekonomi, günümüz dünyasının kederli yüzünü içine sakladığı küllere verilen isimdir.
Bernard Maris
GİRİŞ
20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren yeni bir dünyanın temelleri atılacaktır. Süreç 2. Dünya savaşından sonra belirginleşecektir. Bu dünya üzerindeki var olma biçimi ve anlamıdır temelde değişecek olan. Zenginleşme insan mutluluğunun temel kriteri olacaktır. Böylece mutluluk da zenginlikle koşut olarak ölçülebilecektir. Tüm değer yargıları da ister istemez bu sınırlar içinde yoğrulacaktır insanın. De Gaulle 2. Dünya savaşı ertesinde Fransızlara “Hepinizin iyi birer iktisatçı olmanızı istiyorum” diyecek, geçtiğimiz günlerde de “sosyalist” Hollande bir zamanların Castro’sunun Küba’sına gittiğinde şöyle seslenmekte bir sakınca görmeyecektir: “Buraya yeni piyasalar bulmaya geldim.” Hollande ülkesindeki işsizliğe, iktisadi durgunluğa ve sonuçta zenginliğin arttırılamamasına çare olarak görecektir sosyalizmin artık düşmüş son kalesini.
Bugünün dünyasını her zaman yaptığımız gibi “iktisadın dünyası” olarak nitelemek yanlış olmayacaktır görüldüğü gibi. Bilimsel çevrelerden, siyasi kadrolara ve tabii ki yaşamın içindeki insana tüm vaat ve beklentiler bu dünyanın içinde filizlenmektedir. “İktisadın dünyası” sonsuz zenginliğin arandığı yer olacaktır kısaca. İktisat bilimi de, artık sadece “ölçülenin” ve “görünenin” var olabildiği bu dünyanın asli unsurlarından biri olacaktır. Ama geliştirilmesine büyük ölçüde katkıda bulunduğu bu dünyanın yol göstericiliğine de soyunacaktır. 20. yüzyıl böylece sosyal bilimlerin mühendisinin, iktisatçının, yüzyılı olacaktır. Devletler, toplumlar, insanlar artık geleceklerini peygamberlere veya falcılara değil ona soracaklardır. İster istemez kesinlik ve umut arayacaklardır cevaplarında.
Yeni zamanların peygamberi, ekonomist, aslında zora girecektir bu istekleri yanıtlamakta. Yer üzerinin yeni muktediri gibi görünse de elindeki araçların yeteri kadar olgunlaşmamış ve bütün tersi savına karşılık biliminde yeteri derecede bir konsensüs sağlanmadığının bilincinde olmuş olması kaçınılmaz olarak canını sıkacaktır.
Sosyal bilimlerin en bilimseli, kraliçesi, matematikten istatistiğe tüm araçları kullanıp kendini bilim sıfatını taşımaya layık gören iktisadın içindeki konsensüs eksikliği bugünün dünyasının ciddi bir bunalımın belirtilerini de verecektir. Sorun öncelikle iktisadın bugün ki, monolitik, tek sesli yapısından kaynaklanacaktır. Neoklasik veya standart teori tek bir iktisat bilimi yaklaşımı içinde disiplini salt kendi metodolojisi içinde tanımlayacaktır. Hatta oraya hapsedecektir. Bu da bilimin metodolojisinden, pratik sorunlara ve kriz gerçeğine bir dizi sorunun açıkça tartışılamamasına yol açacaktır.
Söz konusu problemlerin bir kısmı salt akademik olarak görünse de etkileri, son derece pratik ve yaşamsal sonuçlara yol açacaktır.
Neoklasik teorinin, bugün iktisadın bir “fizik – bilim” olduğu tezi ve kendisini bu bilimin tek meşru egemeni olarak görme savı önce bu disiplinde varolmayan bir çoğulculuk sorununu gündeme getirecek ardından da bugünün dünyasının iktisadi – toplumsal bunalımının anlaşılmasını güçleştirecektir.
1. İktisatın Bir Fizik Bilim Olma Savı
Ekonomi politiğin bir bilim olarak kurucusu olduğu ileri sürülen Smith aslında bir insan bilimleri filozofu olma iddiasını taşıyacaktır. Smith için ekonomi politik bağımsız, saf bir bilim olmaktan çok genel olarak felsefenin sonra da etiğin bir alt bölümüdür. Walras ile beraber 1870’de başlayan süreçte ekonomi politiğin bu perspektifi reddedilecektir. Şuna benzer şeyler yazacaktır Walras: “Smith çok güzel birtakım şeyler anlatmış olabilir ama asla bir iktisat bilimcisi olamamıştır ve bu disiplini yanlış yollara sürüklemiştir. Ben aynen bir fizikçi gibi ekonominin saf bilimini yapacağım.”
Yeni bir süreç başlamıştır. Artık iktisat bilimi rasyonel tercihlerin evrensel bir bilimi olmaya soyunmuştur. Problematiğinden de, örneğin pastanın paylaşımına kimin nasıl karar vereceği sorusunu çıkarmıştır. Pastadan kimin ne kadar alacağı nasıl olsa fizik dünyasındakine benzer! Doğal bir mekanizma sonucunda belirlenecektir. İktisatçının burada ne işlevi ne sorumluluğu olacaktır. Burada şaşıracak bir şey yoktur. Mercier de La Riviére’den beri piyasa mekanizmaları yolu ile doğal düzene referans verilmiştir zaten. Bir fizik bilimi olmaya soyunan bugünün iktisat bilimi de doğal olarak fiziğin şaşmaz yasalarının benzerine gönderme yapmak istemektedir. Bugünün iktisat bilimi her ne kadar ekonomi politik geleneğini reddedecekse de aslında onun temel postülalarını görüldüğü gibi istediği zaman oradan aktarmakta bir sakınca görmeyecektir.
Bir şey gözden kaçırılacaktır bu arada; fiziğin temel yasalarının aynısını bir insan biliminde, iktisatta bulmaya soyunan iktisatçı, oradaki element ile kendi teorisindeki aktör arasında özdeşlik kurmaya çalışacak ve bu parçacıklar ile “insanın” eylemini, hareket yasalarını aynı doğrultuda değerlendirmek isteyecektir.
İnsanın, insan olma özelliği unutulacaktır.
2. Fizik Bilim Olma Savından İnsan Bilimlerinden Kopuşa
Saf bir bilim olma savındaki iktisat, ekonomi politik geleneğinin reddinden itibaren diğer bütün insan bilimleri ve felsefe ile ilişkilerini koparmak isteyecektir. Antropoloji, tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi ile tüm ilişkilerin reddinde, salt matematiksel denklemlerin sınırlarının içinde iktisat bilimi yeniden yapılandırılacaktır. Smith’ten Malthus’a oradan Marx’a büyük bir düşünsel birikim göz ardı edilecek, ekonomi nihayet sadece matematiksel modellere indirgenecektir. Matematiksel modellerin aracılığı ile diğer insan bilimlerinin uzağında onlardan bağımsız bir bilim tahayyülü kaçınılmaz olarak insan gerçeğinin algılanmasında büyük eksiklik yaratacaktır. Sosyal kompleksite, sayıların içine sığdırılmaya çalışıldığında insan ister istemez tarihsiz, zamansız ve etiksiz bir yaratık olarak tahayyül edilecektir; nerede ise insansız bir insan biliminin oluşturulmasında standart teorisyen hiçbir sakınca görmeyecektir. Rakamların içine karmaşık toplumsal gerçekliğin ve bin bir dehlizli insan tabiatının sığdırılması için yapılması gereken soyutlamalar bir yandan toplumsal gerçekliği tümden yok varsayacak bir yandan da insanı salt rasyosunun eşliğinde karar alabilen bir robot haline getirecektir. Bundan böyle “saf bilimin” teorisinde insan, toplumsuz, yalnız ve sadece bir tek dürtüsünün, çıkarının peşinden koşan bir “aktör” olacaktır.
İnsanın doğuştan erdemsiz olduğunu savunan 17. yüzyıl Fransız ahlakçı filozoflarına sonuna kadar hak verilecektir böylece.
İktisat bilimi, insanın eyleminin rasyonel olduğunu savunurken insan tabiatını çok dar bir çerçevede ele almakta bir sakınca görmeyecek, bunun bilimsel soyutlama adına kaçınılmaz olduğunu ileri sürecektir.
Böylece “insanın kendinin sahibi dahi olamadığı, kimi tatminsizliklerinin sonucunda ortaya çıkan itkilerinin etkisinde savrulduğunu bu nedenle rasyonalitesinden bahsedilemeyeceğini ileri süren Freud’un görmezden gelinmesinde iktisat teorisi hiçbir sakınca görmeyecektir.
İktisat teorisi geniş anlamda felsefi liberalizmin içine oturma iddiası taşımasına rağmen insan tabiatına ilişkin Spinozacı antropoloji ve perspektif de bu soyutlama içinde görmezden gelinecektir: Spinoza’nın ontolojisinde; varlığın özü, isteği olan güç (conatus) belli bir yön içermez. Spinoza için bu durumda varlığın özü genel olarak da özel olarak da sistematik ve rasyonel arayışlara bağlı olamaz vurgusuna rağmen standart teori bunu görmezden gelecektir.
Teorinin bütün bunlara rağmen savunusu saf bilim olanın ideolojiye kapalı olması gerekliliğidir. Böylece Kuhn’un “sert çekirdeği” inkar edilmekte matematiksel yaklaşımın insan tabiatına ilişkin bu türden özelliği dahi yok varsayabileceği ileri sürülmektedir.
Fourastié bu duruma şöyle yaklaşmaktadır: “Fizik bilimlerin sosyal bilimlere göre büyük bir mesafe kat etmiş olması, bu çağın en üzücü olaylarından bir tanesidir.” Gerçekten de fizik bilimlerin karşısında komplekse giren iktisatçı onu taklit etmenin dışında bir çıkış yolu bulamamakta, böylece insanı parçalayıp algılamakta bir sakınca görmeyip, ayrıca onun toplumsuz da var olabileceğini ileri sürmektedir.
İktisat biliminin, yalnız “temsili ajanı” bundan böyle sadece teknoloji ile işbirliği yapabilecektir.
Tekniğin egemenliği de insanlığı bilinmeyen bir geleceğe sürükleyecektir.
3. Bilimsel Gerçeklik İnanca Dönüşürse
Smith ilk eserlerinden birine “insanın doğa karşısındaki şaşkınlığı ve süprizi” ile başlar, Bilimsel kuşku Smith‘te olduğu gibi iktisat biliminin ilk kurucularından olan Hume’da da açıktır. Walras’la başlayan ekonomide tek tip kesin doğruların bulunması çabalarına karşılık 20. yüzyılda da Weblen’den Schumpeter’e oradan Keynes’e, Robinson, Hayek ve Galbraith’e kadar standart teorinin mutlaklığı ve kesin doğrulu yaklaşımlarının dışındaki gelişmeler literatürde azımsanmayacak yoğunlukta olmuştur.
Sofistike denklemlerin gerisinde saf bir bilimsel gerçeklik olduğu savı iktisat bilimini bugün iktisadi gerçekliğin tek olduğunu ve onun bunun tek temsilcisi olduğunu savunmaya götürmüştür. Çok basitçe Benthamyen faydacılığın doruğundaki homo economicusun eninde sonunda bu teorinin “sert çekirdeğini” oluşturduğu gerçeği dahi gözden uzak tutulmak istenmiştir.
Bugünün standart iktisatçısı “yetkin” makro ekonomik modelleri ile ilk ekonomistler olan fizyokratların gururlu yaklaşımlarını hatırlatmaktadır. Bu teori bu yolla kendi dışındaki bütün yaklaşımları bilimsel olmamakla nitelendirip dışlayabilmiştir.
Bu ruh durumu artık bilimsel gerçeklik bir yana toleransı olmayan bir inanca dönmüş görüntüsü vermektedir. Örneğin; kriz gerçeğine rağmen 1978’de ünlü Amerikalı ekonomist Michael Jensen şöyle diyebilecektir: “İktisatta piyasaların etkinliği hipotezi kadar sağlam ampirik temelleri olan hiçbir önerme yoktur.” Tüm krizlere rağmen bu önerme artık bir inancı dile getirmemekte midir? İnanç, bilindiği gibi gerçekliğin tekliği üzerine kuruludur. İktisat teorisi bu tekliği temsil etmekte ve ebedileştirmek istemektedir.
İşletme ekonomisti Jonh Kay şöyle özetlemektedir bu durumu: “Standart yaklaşım bilim görüntüsü içindedir çünkü çok küçük sayıdaki aksiyomlardan kesin öngörüler çıkarmaya eğilimlidir. Fakat bu sadece bir görüntüdür. Çünkü bu öngörülerin çoğu yanlış çıkmaktadır.”
Yanılmış mıdır John Kay?
4. İktisat Üzerine Düşünmek veya İktisat Toplum İlişkisini Gündeme Getirmek
Nobel ödüllü Ronald Coase şöyle diyecektir: “Bugün saf bilim olma yolunda büyük bir hızla ilerleyen ve toplumun, tarihin, kültürün, siyasetin ekonomi üzerindeki etkilerini görmezden gelen bu bilim intihara gitmektedir”.
Ünlü iktisat antropoloğu Godelier “iktisat teorisinin de toplumu biçimlendireceğini” söyler. Bugün bu teori toplumu hem biçimlendirmekte hem de ürünü olduğu sistemle bütünleşmektedir. Ayrıca onu meşrulaştırmaktadır. Lakatos ise şöyle diyor; “Bir araştırma programına hiçbir zaman dünya üzerinde kavramsal bir var olma imkanı verilmemelidir.”
Günther Anders’in dediği gibi “olabilecekler olmadan önlem almak artık kaçınılmazdır”. Bu bilim artık kendi üzerine düşünmek zorundadır. Spinoza’nın deyişi ile bu bilimle “salt var olma isteğinin sınırlarını aşmış ve isteği arzuya dönüşmüş bir insana” ve var olma biçimine meşruiyet kazandırılmaktadır. İktisat teorisinin “temsili ajanı” bu dünya üzerinde var olma biçimin temel örneği simgesi olmuştur sanki.
Artık, değer, sermaye, kâr, piyasa, büyüme, dağılım üzerine yeni baştan düşünmenin zamanı gelmemiş midir?
Bunun için bu teorinin, iktisadi düşüncenin, epistemolojinin, iktisat felsefesinin büyüteçlerine ihtiyacı vardır. İktisadi düşünce ve iktisat felsefesi olmadan Smithlerden, Malthuslara oradan Marxlara, Hayeklere, Robinsonlara ve onların zengin düşünce dünyalarına ulaşmak mümkün değildir.
Felsefede çoğulculuğa yer olduğu gibi iktisat biliminde de değişik bilimsel gerçekliklerin var olabileceğini kabul etmek uzun zaman alacağa benzemektedir. Halbuki Kuhn şöyle belirtmemiş miydi? “Teorik çoğulculuk teorik monizme her zaman tercih edilmelidir”.
Bunun için değişik sosyal bilimlerle yakın ilişki kaçınılmaz olacaktır. Bu ilişkinin bugün zaten gerektiğinde kurulduğu savı gerçeği yansıtmamaktadır. Teorinin, diğer bilimlerle teması ancak kendi temel önermeleri tehlikeye girmediği zaman mümkün olmaktadır. Halbuki bütün hipotezlerinin yeni baştan gözden geçirildiği, diğer sosyal bilimlerin ve felsefenin içinde oluşmuş bir yeni ekonomi politik ihtiyacıdır gündemde olan.
Durkheim şöyle belirtmemiş miydi zaten: “Ekonomi politik diğer bilimlerle iş birliği halinde olmalıdır. Ama bu ilişki bir egemenlik ilişkisi biçiminde olmamalıdır.”
Teorinin matematik ile ilişkisi de aynı çerçevede gözden geçirilmeyi bekleyecektir. Matematik, standart ekonominin ideolojik tercihlerini gizlemek için kullanılabilmektedir. Matematiğin kullanımı teorik düşüncenin sonucudur. İktisadi düşünce matematiksel düşünce ile karıştırılmamalıdır. Matematiksel titizlik teorinin kendisinin doğruluğu ile aynı şey değildir. İktisadı, matematiğin bir dalı olarak görmek toplumu dışlayan bir yolun başlangıcı olabilir mi? Matematiksellik, kendiliğinden insanı ve toplumu tanımak için yeterli olmayabilir. Spinoza insan tahlilinde geometrik bir yöntem izleyeceğini söylemişti. Geometrik yöntem, düşüncesinin ifadesinde belli bir zihin disiplini sağlamaktan öteye gitmeyecektir Spinoza’da bile.
İnsanı ve toplumu salt denklemlerle ifade etmeye çalışmanın temel tehlikelerinden biri de bunların sadece ölçülebilir oldukları şekilleri ile var olduklarını düşündürmesidir.
İnsanın ve toplumun ölçülebilir olduğu oranda var olduğu tezi aslında sessizce bugünün dünyasının temel perspektiflerini hazırlamamış mıdır?
Bugünün bunalımının temelinde sadece ölçülebilir olanın değerli olduğu düşüncesi yok mudur?
Bu durumda zenginlik ölçülebilir olduğuna göre tek değer olarak yer üzerinde egemen olmasına şaşırmak mı gerekecektir.
İzlendiği gibi, kompleks ve karmaşık bir oluşum olarak insan ve toplum gerçekliğinin algılanması genişliğine bir perspektif gerektirir. Krugman’da, Stiglitz’de, iktisat tarihi ve iktisadi düşünce tarihi olmadan iktisat ve toplum ilişkilerinin anlaşılmasının mümkün olmayacağına işaret etmektedirler.
Ekonomi bugün salt standart teorinin egemenliği altında toplumsal bir bilim olmaktan çıkarılmamış mıdır?
Bu bilimin ütopik bile olsa bir çoğulculuğa ihtiyacı vardır. Siyasal anlamda çoğulculuğu öven bir bilimin kendi disiplini içinde buna yatkın durmaması çelişkili bir duruma neden olmaktadır.
İktisatçıların arasında Standart teorinin perspektifinden ayrılan yaklaşım ve düşünceler bugün zaten mevcuttur. Tabiat bilimlerinin tersine iktisatçılar arasında olguların anlaşılabilirliğine dair en ufak bir fikir birliği yoktur. En basit kavramların dahi tartışma konusu olduğu bu bilimde çoğulculuğun mümkün olduğunun seslendirilmesi aslında var olanın tescilinden ibaret olmayacak mıdır?
Ancak bu gerçekleştiğinde, entelektüel bir gelenek ve birikimin içinden filizlenecek bir ekonomi politik biliminin yeni bir yaklaşımı ve eğitimi mümkün olabilecektir. Ancak çoğulcu bir yaklaşım ile “iktisat ve toplum” iktisat bilimlerinin içinde ve neoklasik teorinin yanı sıra kendine bir yer bulacaktır.
SONUÇ
Claude Lévi- Strauss şöyle diyordu: “İnsan bilimlerinin ancak çok albenili yalanlarla gerçek bilim oldukları savunulabilir. Bunların ulaşmaya çalıştığı gerçekler, onları aydınlatmaya çalışan araçların kendileri kadar komplekstirler. Bundan dolayı analiz konularına hâkim olmakta dahi güçlük çekmeleri kaçınılmazdır.”
Yukarıda belirttiğimiz gibi modern zamanların sonrasının, bugünün, egemen unsuru iktisadın değerleridir. Zenginlik ve bunun adil dağılımı temel konuların içindedir. Durmaksızın zenginleşme amacı insanlığı tehlikeli kavşaklara getirmiştir.
Standart teorinin bugünkü hali ile bunları çözmesi artık mümkün görünmemektedir. Zaten ontolojisinde bu sorunların kimileri mevcut bile değildir. İktisatta çoğulculuk anlayışı içinde “iktisat ve toplumun” çerçevesinde bütün bunlar yeniden düşünülme zamanı gelmiştir.
Rousseau daha o zamandan ekonomi politiğin perspektifi içinde adil ve erdemli bir toplumun inşa edilemeyeceğini söylemişti. Ona göre bunun alanı siyasetti. Bugün ise iktisat, siyaset dahil tüm sosyal bilimlere metodolojisini ihraç etmiş ve onları bir anlamda “iktisatlaştırmıştır.”
Nerde ise bir ütopya haline gelen “iktisatta çoğulculuk” gerçekleştiğinde ve iktisatçı diğer sosyal bilimlere gittiğinde ise karşılaşacağı en büyük zorluk bu “kirliliğin” nasıl ayıklanacağı olacaktır
1 Makale İktisat ve Toplum Dergisinin 56. Sayısında Yayınlanmıştır.
KAYNAKÇA
Lordon,F. (2010) Capitalisme, désir et servitude, La Fabrique éditions,Paris.
Sarfati, M.(2014) Uygarlığın Bunalımı, Arvana, İstanbul.
Sarfati, M. ve Eren, E. (2011) İktisatta Yeni Yaklaşımlar, Spinoza-Smith ve İktisat Teorisine Bir Eleştiri,İletişim,İstanbul.
Walras, L. (1926) Eléments d’économie politique pure, ou Théorie de la richesse sociale, Ed R. Durand-Auzias,Paris.
GAZETE VE DERGİLER
Le Monde du, Fevrier2015, André Orléan et Gilles Raveaud, L’économie au musée, Paris.
Le Monde du, 8 octobre 1991,Paris.
Libération, no:10571,Paris.