11 Eylül saldırısı ile ağırlaşan ekonomik durgunluk 2002 yılı başlarında yerini bir canlanma sürecine bırakma işaretleri vermekle birlikte yılın sonuna doğru tekrar genelleşme eğilimine girmişti. Gerçekten de para ve bütçe politikaları yolu ile yapılan müdahaleler 2002 yılının ilkbaharında Avrupa’da ve ABD’de olumlu etkiler yaratmıştı. Fakat bu ülkede özellikle iletişim alanında bir önceki dönemden devralınan yatırım fazlalığının henüz emilememiş olması ve tüketicilerin geleceğe dönük güvenlerindeki azalma gibi nedenler firmaların karlılık oranlarının düşmesine neden olmuştu. Birbiri ardı sıra patlayan muhasebe skandallarının ve firmaların risk oranlarının artması bankaların kredi açmakta gönülsüz davranmalarına neden olmuş, sermaye maliyetlerinin artması yatırımcıyı tedirgin bir bekleyişe sokmuş, finansal piyasalar olumsuz bir trende girmişlerdi. Tüm bu nedenler ekonomide beklenen canlanmayı geriye itmiş, resesyondan kesintisiz ve süratli bir çıkışı engellemişti.
Yukarıda kısaca değinilen gerileme süreci 1990’lı yılların başından itibaren yapılan kimi tahminleri – en azından şimdilik- boşa çıkardı.
Gerçekten de bu dönem kimi iktisatçılar tarafından Amerika açısından “mükemmel” olarak nitelenmekte “kesintisiz büyüme”nin “yeni ekonomi” ile sağlandığı ileri sürülmekte idi. “Üçüncü sanayi devrimi” ile başlayan yeni dönemin analizleri nihayet iktisadi çevrim döngüsünün kırılabileceği tezinde odaklaşıyordu.
Her ne kadar yeni ekonominin sonuçları uzun dönemli bir analizi ve değerlendirmeyi gerektiriyorsa da gelinen nokta iktisadi çevrimleri tekrar gündeme taşımaktadır. Ayrıca aşılamayan iktisadi durgunluk ile savaşın eşzamanlılığı, bu iki olgu arasındaki nedensellik bağlarının da tekrar irdelenmesini gerektirmektedir.
Resesyonun nedenlerine ilişkin iki temel ve farklı kuramsal yaklaşım bu bağlamda savaş ve ekonomi ilişkisinin tahlilinde de ipuçları verebilir:
A-Avusturya Okulu
Ekonomideki gerileme devresini temelde kar oranındaki düşüşe bağlamakla birlikte Hayek’in başını çektiği yaklaşım bu süreci bir “yatırım fazlalığı” ile açıklar. Şöyle ki; neoklasik kuramda “doğal” olarak adlandırılabilecek faiz oranı ile oluşan yatırım tasarruf eşitliği Merkez Bankasının” gevşek para politikası yüzünden oluşan kredi bolluğu nedeni ile bozulur. Sermayenin kar oranının düşmesi bu sürecin sonunda geçekleşir. Nitekim yakın dönemlerde Japon ve Amerikan krizi bu yaklaşımla tahlil edilebilmektedir.
B-Keynesçi Yaklaşım
Kuramda hareket noktası geleceğin belirsizliğinden kaynaklanan yatırımcının davranışıdır: Risklerini azaltma motifi ile davranan girişimci diğer aktörlerle aynı anda hareket etmeyi daha güvenli görecektir. Bu durumda kötümser beklenti hızla tüm karar alıcıları etkileyecek ve gerileme süratlenecektir. Ekonominin otomatik, “kendiliğinden” güçleri bu süreci tersine çevirebilme imkanına sahip değildir. Örneğin, talebin daralacağı öngörüsündeki girişimci yatırımları kısacak ve ekonominin durgunluğa sürüklenmesi yolunda ilk adımı atacaktır. 11 Eylül saldırısı ve bir çatışma beklentisi dışsal bir şok olarak böyle bir süreci başlatmıştır.
Ayrıca büyüme aşamasındaki bir ekonomide bile aktörlerin geleceğe ait endişelerinin varlığı olumsuz beklentiyi belli aşamalarla kaçınılmaz kılabilecektir.
Bu yaklaşımları Güney Doğu Asya (1997-1998) ve ABD krizlerinde değerlendirmek gerekirse ikisinin de açıklama gücü olduğunu fakat Keynesçi talep motifinin, bu olguların tahlilinde nispeten yetersiz kaldığı, karlardaki düşüş ile aktiflerin değer yitirmesinin ve atıl üretim kapasitelerinin tümü kullanılıncaya kadar kalkınma sürecinin başlayamayacağını ileri süren Avusturya okulunun çözümlemede daha etkili olduğu anlaşılmaktadır.
İktisadi Dalgalanmalar ve Savaş
İktisadi durgunluğu ve resesyonu farklı nedenlere bağlayarak açıklayan bu iki kuramsal yaklaşım doğal olarak çıkış için de değişik yollar getirmesine rağmen ortak bir paydaya da sahip bulunmaktadırlar. Şöyle ki; ekonomideki dengesizliğin temelinde “arz fazlası” veya “emilemiyen stoklar” yatmaktadır. Keynesçi önen burada Avusturya ekolünden ayrılarak iktisadi aktörlerin geleceğin belirsizliği karşısında sergileyecekleri davranışlar sonucunda bozulan dengenin ancak talebin desteklenmesi yolu ile yeniden tesis edilebileceğini savunmaktadır. Devletin yükleneceği bu işlev piyasada iyimserliği hakim kılacak, talebi yükseltecek ve düşmüş karlılık oranlarını yeniden yükseltecektir.
Resesyondan çıkışta devlete yüklenilen bu görev diğer yandan ekonomi ile savaş olguları arasında nerede ise tek yönlü bir belirleyicilik ilişkisinin kurulması sonucunu da getirmiştir.
Gerçekten de kapitalist sistemde “savaşın” ancak iktisadi çevrimlerle anlaşılabileceği, hem akademik hem siyasi çevrelerde 1.Dünya savaşından bu yana yoğunlukla tartışılmıştır. Temelleri Kondratieff tarafından oluşturulan kapitalist ülkelere özgü “uzun dönemli dalgalar” daha sonraları bu süreç ile savaş olgusu ilişkileri açısından Toynbee’den Schumpeter’e, Schumpeter’den Wallerstein’a kadar birçok bilim insanı tarafından ele alınmıştır. Ancak daha sonraları kapitalist ekonomilerin uzun dönemli dalgalara tabi olduğunu ileri süren Kondratieff’in tezlerinin yeni ekonomi ile birlikte aşıldığı kanısı bunların rafa kaldırılmasına neden olmuştur. Günümüzde ise çevrimselliğin tekrar tartışılmaya başlıyor olmasını öncelikle bu sürecin niteliğini değiştirerek de olsa yukarıda belirtildiği gibi geçerliliğini koruduğunun anlaşılmasına ayrıca 11 Eylül’den sonra yoğunlaşan bunalımın, ardı arkası kesilmeyecek gibi görünen savaş sürecine dönüşmesinde daha önce de olduğu gibi bir tahlil aleti; bir öngörü aracı olarak kullanılmak istenmesine bağlayabiliriz.
Gerçekten de iki Dünya savaşında, Kore ve Vietnam çatışmalarında olduğu gibi Körfez ve Irak bunalımlarında da çatışmaların kapitalist sisteme özgü dalgalanmalarla çok yakından ilişkili olduğu ileri sürülmüştür.
Bu bağlamda iktisadi çevrimlerin çağdaş ekonomileri ve hemen yanı sıra savaşı açıklama gücü üzerine kimi tespitler yapmak gerekiyor:
* Çevrimsel büyüme Batı ekonomilerinin tarihsel bir gerçeği olmuştur.
* İktisadi çevrimlerin geçerliliğini koruduğu şimdilik açık olmakla birlikte niteliklerinde kimi değişimler olmuştur ve para – maliye politikaları ile nispeten daha kolay yönlendirilebilmektedirler. Ayrıca borsanın modern ekonomilerdeki yeri düşünüldüğünde iktisadi çevrimlerin belirleyiciliğinin ve etkinliğinin daha az güçlü olduğu söylenebilir.
* Nihayet, çevrim-savaş ilişkilerinin yönü yeni analizlerin doğrultusunda tekrar tartışmaya açılmak durumundadır. Şöyle ki; özellikle büyük savaşlar ile Kondratieff’in uzun dönem dalgalan arasında sıkı bir bağlantı olduğu açıksa da savaşların bunların kaynağında mı, sonucunda mı olduğu sorusu önemini korumaktadır. Nitekim Prof. Joshua Goldstein’a göre savaşlar Kondratieff dalgalarının sonucu olmaktan çok başlangıç noktasında bulunmakta ve iktisadi daralma dönemlerinde olduğu kadar iktisadi genişleme dönemlerinde de ortaya çıkmaktadır.
Satırbaşları ile yapılan bu saptamaların doğrultusunda resesyonist süreçten çıkış politikalarının genellikle savaş harcamalarını gerektireceği tezinin yeni baştan ele alınması gerekliliği doğmaktadır
Resesyon, ABD ve Savaş
Yukarıda verilen kuramsal yaklaşımların doğrultusunda savaş harcamalarının ABD’nin içinde bulunduğu resesyonist süreç üzerindeki muhtemel etkilerini irdelemek mümkündür. Öncelikle şu tespitleri yapmak yeterli olacaktır; Kore Savaşının 1950-53 tarihleri arasında büyüme üzerinde %6,23 oranında, Vietnam Savaşı’nın 1965-73 arasında %4,38 oranında olumlu bir etki, işsizlik oranlarında da aynı dönemde %5,3’ten %2,9 ’a 1965 ’de %4,5’ten 1969’da %3,5’luk bir gerileme yarattığı görülmekle birlikte bu iyileşmenin kısa sürüp 1954’de büyüme oranının %0,7’ye, 1974’te %0,6’ya düştüğünü aynı şekilde işsizlik oranlarının da 1954’de 5,5 ’a 1971 ’de %5,9’a fırladığını görüyoruz. Amerikan ekonomisi açısından çok olumlu seviyelerin yakalanmasına rağmen II Savaşın ertesinde de 39 -45 dönemine göre nispi olarak aynı gerilemeler yaşanmıştır.
Sonuçta bu savaşlardan ABD ekonomisinin uzun süreli bir kazanım sağlayamadığı görülmektedir.
II. Savaştan bu yana ise ABD ekonomisi küçümsenmeyecek değişimler yaşamıştır. Savaş sırasında savunma kredileri GSY’nın %41,1 ine yaklaşırken savunma harcamalarının günümüzde bütçede °/o3,4’lük bir yer tutması bu anlamda dikkat çekicidir.
Gerçi son dönemde yükselen savaş harcamaları kimi firmaların 2002’nin ikinci döneminde karlılıklarını arttırmalarını sağlamış ve yine aynı yılın son üç aylık döneminde büyüme üzerinde bir miktar etkili olmuştur. Fakat 100 milyar $ civarında tahmin edilen savaş harcamalarının 10.000.milyar dolarlık Amerikan ekonomisi içindeki payının çok abartılmaması gerekmektedir. Kaldı ki savunma harcamalarının büyük kısmının ülke dışındaki birliklerin ihtiyaçları için kullanıldığı düşünüldüğünde yurt içindeki efektif talep üzerindeki etkisi daha da sınırlı olacaktır. Bu bağlamda resesyonist süreçten çıkış ile savunma harcamaları arasındaki bağ ABD ekonomisi açısından çok açık görünmemektedir.
Özetle, savunma harcamalarının yukarıda belirtilen süreçle A.B.D. ekonomisinin durgunluğu aşmasında çok etkili olmadığı, günümüzde ise bu etkinin daha da zayıf olabileceği söylenebilir.
Sonuç
Ekonomi-savaş bağlantısı iktisatçılar tarafından büyük bir tutku ile incelenmesine rağmen bu konudaki öngörülerinin her zaman çok doğru ve tutarlı olduğunu söylemek maalesef mümkün değildir.
İktisadi dalgaların her aşamasında çıkabilen savaşların resesyona giren ekonomileri canlandırma unsurlarını her zaman içinde taşıdığı önerisi kuramsal düzeyde de tarihsel boyutu ile de tartışılmaya muhtaç görünmektedir. İki olgu arasında var olabilen bağa rağmen tek yönlü bir belirleyicilik ilişkisini genelleştirmek yanıltıcı olabilecektir.
Savaşı evrensel bir sosyal fenomen olarak kabul edersek genelde ekonominin, özelde resesyonun bunun belirleyici nedenlerinden, önemli ama sadece biri olduğunu kabul etmek daha anlamlı gibi görünmektedir.
Bu şekilde “insana” ilişkin “her şeyin” savaş olgusunu kavramakta daha etkili olacağı ve savaşın ekonomik faktörlerin yanı sıra antropolojik, sosyolojik, siyasal nedenlerle birlikte değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Nihayet cari açığı 2004 yılında %5’i geçmesi beklenen ve karlılık oranlarının düşmesi ile dünya tasarruflarım ülkesine çekmekte zorluklarla karşılaşabilmesi muhtemel olan ABD’nin resesyondan çıkmayı ve doların değer kaybını önlemeyi savaşın birçok nedeninden sadece biri olarak görmek daha gerçekçi olmaktadır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
*Cycles Kondratieff ,nouvelle phase A ou retour d’un mythe :Eric Bosserelle
*Les cycles économiques :Jean Paul Fitoussi et Philippe Sigogne
*Le nouvel age de l’économie Américaine : Anton Brender et Florence
Pisani
*Cycles d’hier et d’aujourd’hui :Revue de 1’OFCE
*J.A.Schumpeter :Histoire de l’analyse économique
*Nouvelle histoire de le pensée économique :Alain Béraud et Gilbert Faccarello
* İktisat Dergisinde Yayınlanan Makale, Sayı: 433-434, Ocak-Şubat 2003, İstanbul