“Kuşkudan bıktım boşluğu tercih ediyorum”
Flaubert
I- XX. Yüzyıldan Bugüne Hiçlikte Savrulmak!
Çok şey söylenecek, çok yorum yapılacaktır, XX. yüzyıl için; kısa bir yüzyıl olduğundan, tarihin sonunun yaşandığına kadar birçok tez ileri sürülebilecektir.
Bunların hiçbiri zaman içinde doğrulanmayacaktır. Umutlu başlangıcına rağmen, bu zaman diliminde temel egemen ölüm ve boşluk hissi olacaktır. Yok olma ve yok etme bu yüzyılda düşüncenin merkezine oturan eylemin nerede ise temel nedeni olacaktır. Ötekini veya kendini yok etmek insan eyleminin gösterişli, göz kamaştırıcı albenili nedeni haline gelebilecektir. Şiddet en sofistike ve göz kamaştırıcı haliyle bireysel ve toplumsal psikolojinin bilinç altında saklanmış duygularını kışkırtarak onu uygulayanı onaylamanın ötesinde kendini alkışlatabilecektir.
Kuşkunun ustaları Marx, Nietzsche ve Freud şiddetin ve savaşın sürekliliğini öngörmemişler miydi? XX. yüzyıl öncelikle Camus’nün deyişiyle “mükemmel cinayetlerin” yüzyılı olacaktır.
Freud bir makalesinde, insanı doğadaki tüm yaratıkların içinde en vahşisi olarak nitelerken, Nietzsche de peygamberimsi bir yaklaşımda bulunup, kendinden sonra ki iki yüzyılı anlatırken “hiç”liğin kategorisinden veya nihilizmden hareket edecektir. Gerçekten de XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren nihilizm Batıdaki düşünceleri ve eğilimleri önceleyecektir.
Zola, Balzac… XIX. yüzyıl kapitalizminin oluşma sürecinde egemenliğini perçinleyeceği artık çok belli olan, paranın ve finansın dünyasını teşhir ederken Walrasgil dönüşümle iktisat teorisinde bireye ve onun sonsuz faydacılığına giden yolun kapıları sonuna kadar açılacaktır. Faydacılık süratle XX. yüzyıldan bugüne, sonsuz hedonizmin kutsanmasına dönüşecek, bu kaçınılmaz olarak bireyin isteğinin şimdi ve hemen gerçekleştirilmesini meşrulaştıracaktır. Hatta, bununla kalınmayarak şimdi ve hemen zevk arayışı yer üzerinde bir var olma biçimi olmaya dönüşecektir.
Lipovetsky’nin, Debord’un tespit ve tahlilleri bu süreçte büyük anlam kazanacak “gösteri toplumunda” Debord bu toplumda ki değerlerin uçuculuğunu ve geçiciliğini anlatacak, Lipovetsky “boşluğun çağı” ile bunu tamamlayacaktır. Açılan yolda birey sonsuz hazzının içinde savrulurken, varoluşunu bu boşluğun üzerine kurmaya çalışacaktır.
Eric Hobsbowm’da “kısa bir yüzyıl olarak” nitelendirdiği yüz yılın ilk kısmını 1945’de tamamlayacağını, 45- 89 arasında bir nispi sükûnet dönemi yaşanacağını, sonrasında ise denetlenemeyen bir finans kapitalizm ile 1914’ün vahşi başlangıcına dönüleceğini belirtecek, finansın dayandığı boşlukla şiddeti yan yana getirme denemesinde bulunacaktır böylece.
Bütün söylenenlerin çerçevesinde Nietzsche’nin boşluk ve hiçlik içeren nihilizmi XIX. yüzyılın sonundan itibaren XXI. yüzyıla doğru önce Batının, ama sonra da tüm insanlığın yazgısına bir yaklaşımın felsefesini oluşturacaktır bir anlamda. XX. yüzyıldan itibaren de totaliter tüm gelişmelerle birlikte yürüyecektir nihilist düşünce ve eylem.
Tarihsel olarak bakıldığında Dostoyevski’den Schopenhauer’e oradan Flaubert’e nihilizm Batı ve onun düşünsel süreçleriyle ama özellikle de inanç dogmalarıyla ilişkili olacaktır. Ve belki de onun için totaliter oluşumları önceleyecektir.
Doğal olarak sözü edilen boşluk öncelikle Tanrısız ve inançsız kalmış bir dünyanın bunalımını yansıtacak, Tanrıya yer yüzünden el çektirilmesinin tartışmalarını içerecek ve bu anlamda inançla inançsızlığın sınırlarında ve ilişkin olarak tüm değerlerin değersizleşmesinde yaşam bulacaktır nihilizm.
Değersizleşme inancın yok olmasından mı, yer üzerinde insanın Tanrısız inançsız kalmasından mı, Tanrının ve Hıristiyanlığın izlerinin ve kalıntılarının hala var olmasından mı veya yer üzeri ile öte tarafın işlerinin ayrılmasından mı kaynaklanacaktır? Bunlar nihilizmin kuramsal tartışmalarında ele alınacaktır. Fakat Nietzsche yaşadığı dönemden sanki XX. yüzyılı ve devamını görürcesine şöyle diyecektir: “anlattıklarım, önümüzdeki iki yüzyılın hikayesidir.”
İki yüzyılın hikayesi olmayacak mıdır? gerçekten Nietzsche’nin anlattıkları?
Bugün, fanatizm ile boşluğun egemenliği ve inancın tekrar politiğin gündemine yerleşme çabaları Nietzsche’yi doğrulamamakta mıdır?
Nietzsche’nin özetlediği şekli ile “tanrının artık olmadığı dünyada” teknoloji ve bilim kendi gündemini, varoluş biçimini oluşturduğunda bugün ki bunalım “hiç”liğin bunalımı değil midir ?
Fiyatın anlığının, değerin uçuculuğunun ve genel olarak geçiciliğinin dünyasında inancın patlamalı arayışları bir anlamda Nietzscheyen “nihilizmi” veya “hiçliği” tekrar gündeme taşımamakta mıdır? Hiçlik de kimi zaman kutsalın teröründe, kimi zaman bu dünyanın veya iktisadın – teknolojinin dünyasının sonsuz ihtirasında kaybolmayı anlatmamakta mıdır bugün?
Boşluk ve hiçlik varoluşu anlamlandıramadığında, kutsal ve dinsel fanatizm tüm yolları meşru görerek tehlikeli bir şekilde orayı doldurmaya çalışacaklardır.
Flaubert`in dediği gibi “Modern dünyanın ürünü kuşkuya kendini bırakmaktansa, hiçliğe teslim olmak” daha mı anlamlı görünecektir o zaman.
II – “Boşluğun” Dünyasında Anlamsızlığın Anlamı
Camus’nün dediği gibi eksiksiz cinayetin, mükemmel yok etmenin çağında yaşıyoruz bugün. Toplumun psikolojisi içten içe cinayetin estetiğini öven geçen yüzyılın başında ki sürrealistleri hatırlatmaktadır sanki. Patlamalar içinde göz kamaştıran alevlerin temaşası, itiraf edilmezse bile ılıman bir ortamın sükûnetine tercih edilmektedir. İletişim araçlarında açıktan olmazsa bile sanki bu tür görüntüler aranmaktadır. Kitle iletişimcileri de bunu çok iyi bildiklerinden bu tür haberlerin kaçırılmaması telaşında olacaklardır sürekli.
I. Dünya savaşının başlaması ile De Gaulle’ün belirttiği gibi insanlığın tarihinde ilk olarak toptan bir yok etme ve yok olma çağı başlayacaktır. İnsana ve topluma dair tüm bilimler (inanılmaz sayıda teori üretilmesine rağmen) yetersiz kalacaktır olan biteni açıklayabilmek için. Güç arayışı veya maddi zenginlik biriktirme ihtirası gibi çok az sayıda unsurla çok net analizler yapıp her şeyi öngörebilen, hiçbir şeye şaşırmayan zihinler dışında dehşeti açıklamakta çok zorluk çekilecekti. Dehşeti veya bu anlamsızlığı anlamak şaşırmayı unutmayan bilge kişi için ise zor olacaktı.
Ölüm paradoksal ve şaşılası bir şekilde eyleme dökülmüş olacaktı. Yok olma ve yok olurken yok etme kutsanacaktı bir anlamda.
Öte yandan, yüzyılın 1989 da bittiği örneğin Hobsbawm tarafından ilan edilirken, Fukuyama gibi kimi düşünürler iyimserlikte daha da ileri gidip, tarihin sonuna gelindiğini savunacaktı. Fakat tam tersine yüzyıl bugüne kadar uzayıp büyüyecek, yok olurken yok etme tutkusu bir öncekini aratmayacaktır.
Asıl olan saflığın egemenliğinde tek bir insanlığın kuruluş hülyaları idi. Teolojinin “1000 yıllık” rüyaları bu kez siyasalın ufkunu boyayacaktır; Stalin’den Mussolini’ye oradan Hitler’e, büyük ülkü, derinliğine bakıldığında ortak temellere sahip olacaktı; tek ve saf bir birlik amacı tüm araçları meşru kılacaktı. Proletarya’nın veya seçilmiş şefin önderliğinde yer üzerinde kutsalın saflığın da bir insanlık nihayet var edilebilecekti. Öyle ise şimdilik öldürülebilecekti, ölünebilecekti de. Öldürme ve intihar teatral bir görüntü içinde kutsanacaktı. 1000 yıllık Germen egemenliği mitleştirilirken “ebedi şefi” kendine yakışan bol patlamalı, renkli, albenili bir dekor içinde bu yer üzerinde ki yaşamına son vermeyecek miydi? Katliam ve intihar aynı senaryonun kareleriydi artık.
Ölüme tapınma veya boşluğu kutsamak, hiçliğe övgü düzmek XIX. yüzyılın son yarısından miras kalmamış mıydı bu çağa?
Baudelaire şöyle diyecektir bir yerler de biraz da dalga geçerek;
“Hem kurban olmaktan mutluluk duyacağım hem de katil olmaktan”
“Hiçbir mutsuzluk duymayacağım, ikisini de tatmak istiyorum”.
Rimbaud da yok olmanın albenisine övgüler dizecektir aynı tarihlerde kimi şiirlerinde.
Anlamın anlamsızlığı, sanatta yerini bulacaktı XX. yüzyılın sonundan itibaren.
Hemen aynı tarihlerde henüz genç bir disiplinde, iktisat biliminde ciddi bir dönüşüm yaşanacaktır. Léon Walras Lozan’da ekonomi politiğin anlamsızlığına son verdiğini yazacak ve yeni bilimin isminin artık “iktisat bilimi” olacağını dile getirecekti. Walras matematiksel niteliği ile iktisat bilimi artık söylencenin değil kesinliğin bilimi olacaktır diyecektir.
Ekonomi politiğin kavramsal kurgusu böylece yerini yenisine bırakacaktır. Örneğin; nedret (kıtlık) artık bireyin hazzıyla ilişkilidir. Bununla bağlantılı olarak insanın tatmin olma duygusu anlam değiştirecektir. Teorinin temel bireyinin bu duygusu, grafikleştirmelerden anlaşılacaktır ki sonsuza itilmiştir. Tatmin olamayacaktır birey artık, olsa olsa anlık ve geçici olacaktır tatmini. Kaçan bir noktada yakalamaya çalışacaktır bu duyguyu. Sonsuz tatminin mümkün olduğu yerde kuramsal olarak fiat yoktur. Arzusunun peşinde sürekli savrulacaktır birey. İnsanın eylem nedeni artık tatmin olma arzusudur; hiç durmadan susuzluğunu gidermeye çalışacaktır bu durumda insan, sonsuz haz arayışı onun aslında rasyonel davranmasına engel olacak ve artık boşluğu kulaçlamaya başlayacaktır. Yeni bir dünyanın kavramsal temelleri, bu anlamsız arayış ve boşluk duygusu üzerine örülecektir. Zola, Balzac finansın dünyasının uçuculuğunu dile getireceklerdir.
Uçuculuk, belirsizlik, geçicilik ve boşluk XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanattan edebiyata, iktisattan toplumsal algıya tüm düzeylere egemen olacaktır. Flaubert şöyle yazacaktır: “yanan muma bakarken ışığın aslında gözde mi mumda mı olduğunu soruyorlardı”. İktisatçı Charles Gide de o dönemin en çok okunan iktisat kitabının bir yerlerinde şöyle diyecektir: “Gece gördüğüm yıldızlar nasıl sabah yok oldularsa fiat da böyledir. Fiat anlıktır, geçicidir”. İktisat ama asıl finans teorisi bilimsel bir kesinlikle bunu anlatıp ispatlamaya çalışmayacaklar mıdır uzun uzun?
Boşlukta her şey anlık ve geçici olacaktır. Kuşkuya dayanamayan Flaubert’de boşluğu tercih ediyorum diyecektir. Boşluk duygusu ürkütücü olacak ama cazibesi de aynı oranda güçlü olacaktır. Gerçeklik ise bu kez André Gide’in veya Flaubert’in dediği gibi yaratılabilir olacaktır. Feuerbach kutsalın bile bizzat insan tarafından yaratıldığını ileri sürecektir. Şöyle yazacaktır: “Kutsal, günümüzde gerçekliğin bizzat kendisi ile ters orantılıdır. Kutsal ancak yanılsamanın olduğu yerde ve sadece orada var olabilecektir.”
Feuerbach‘ın veya Flaubert’ın XX. yüzyılda ki bu yazdıklarında şaşıracak bir şey olmayacaktır. Lipovetsky ustalıklı tespitinde bugünü “boşluğun dünyası” olarak nitelerken, çağdaş bireyin narsisizmini, onun kendisini bizzat yaratıcı olarak tasavvur etmesine bağlayacak ve şöyle ilave edecektir: “narsisizm sınırlı bir bireycilikten toplam bir bireyciliğe geçişin sonucudur bugün”
Bireyin kendini temel yaratıcı olarak düşlemesi ile aslında temel amaç boşluğun doldurulması olacaktır. Feuerbach’ın dediği gibi bu boşluğu kendi tahayyülünde doldurmak için insan önce, kutsalsız kalmış bir dünyada yine kendi kutsalını yaratacaktır. Çünkü boşluk temelde XVII. ve XVIII. yüzyıldan beri yer üzerinden uzaklaştırılmış Tanrının bıraktığı boşluk değil midir?
Descartes – Spinoza sürecinde yer üzerindeki tanrısal iktidara son vermenin düşünsel temelleri inşa edilecek ve başarı da sağlanacaktır. Ekonomi politik de nihayet bu aşamada aslında siyasanın ve dinselin ötesinde insanı özgürleştirme çabalarının bir sonuç belgesi olmayacak mıdır?
İnsan, aklının eşliğinde ve güvencesinde Tanrıdan boşaltılan yer üzerini yönetmeye koyulacaktır bundan böyle. Rasyonalitesi de (iktisat biliminin çok iyi bildiği) etkinlikle ölçülecektir. Etkinlik bu dünya üzerinde var olma biçiminin nerede ise tek ölçütü haline gelecektir XX. yüzyıl gerçekten de pozitivizmin doruğundaki Batının bilimine olan güveninin eksiksiz olduğu bir dönem olmayacak mıdır? Tanrısız kalmış bir dünya üzerinde bilimi ile insan olanı biteni kavrayabilecektir. İnanç artık kutsal olana değil tekniğe ve teknolojiye inançtır. Bilimsel yasa da aslında bunun dile getirilişi değil midir? Bununla birlikte bütün bunlarla uyum halinde olduğu düşünülen insan ahlakına da inanılacaktır bundan böyle. Dinsel ahlaka ihtiyaç kalmayacaktır böylece.
Tanrısız yer üzerinin, salt akılla ve bilimle yönetilebileceğinin ve bilinmezliğin mümkün olamayacağının iddiasındaki bu yüzyılda boşluğun derinliklerinden belki de metafizik bir ret yükselecektir ilginç bir şekilde. Turgenyev’den Dostoyevski’ye oradan Kafka’ya, ama mutlaka Nietzsche ile bir yabancılaşmanın dramı verilmeye başlanacaktır.
Dinsel, ahlaki, politik, bilimsel her türlü mutlağın reddinde XIX. yüzyılın ortalarından XX. yüzyılın sonlarına değin, bir yokluğun ve hiçliğin içinde, rasyonalitenin kurgusundaki bireye ve topluma tümden ret başlayacaktır.
Hatırlatmak gerekir ki, nihilizmin bu reddi, temelde dinsel inanca dönüşü değil, tersine ondan devralınan bütün kültürel bir mirasın yeni baştan biçimlendirilmesi gerekliliğinde büyüyecektir.
XXI. yüzyılın, XX. yüzyıldan tüm devraldıklarında bugün açıkça görülmektedir ki, bir tür nihilizm de miras olarak belirleyici bir ağırlığa sahip olacaktır. Kutsalın reddinde, boşluğun ta içinde ve yok ederken yok olmanın büyüsünde savrulan birey ve toplumu anlamak nihilizmi yeni baştan gündeme getirmekle de kolaylaşmayacak mıdır?
III- Nihilizmin “Hiç”liği
“İnsan Hakları Cumhuriyeti aslında ne Teisttir ne de Ateist, Nihilisttir yalnızca”
Anacharsis Cloots (XVIII. Yüzyıl Sonu)
Tanrıya yer üzerindeki görevinden el çektirip dinin dogmalarını akla, fanatizmi de toleransa teslim etmeyi amaçlayacaktır Batı bütün bir aydınlanma boyunca. XIX. yüzyılın ortalarına doğru ise bir varoluş bunalımının içinde olacaktır. Turgenyev 1862’de “Babalar ve Oğullar”da, Bazarov’un tüm dinsel gelenekleri ve ilerleme mitini eleştirerek halkına nasıl hizmet etmek istediğini anlatacaktır. Her şeye rağmen kutsalın yer üzerindeki gölgesinden kendini kurtaramamış, üstelik bu süreçteki kazanımlarında içkin bir anlam bulamamış Batının değer veya değersizliklerinin bunalımı böylece ilk olarak Turgenyev tarafından nihilizmle adlandırılacaktır.
Bu doğrultuda, boşluğun üzerine kurulu olacaktır batının uygarlığı. Nihilist düşüncenin gücü, boşluğun hacmi ile orantılı olacaktır. Anlamın anlamsızlığında kök salacaktır nihilist düşünce. Bilimselin kesinliği aranırken, belirsizliğin ve anlamsızlığın bütün kapıları sonuna kadar açıldığında, Nietzsche’de nihilist olanı “hiç bir şey istememektense hiçi isteyen” olarak tanımlayacaktır Nietzsche böylece bir amaca ihtiyacı olduğunu düşünen insanın “hiçliği”, amaçsızlığa tercih edeceğini ileri sürecektir.
Nietzsche Tanrıya inancı ve onu savunan azizleri bunamışlığın boşluğa tapınma belirtileri olarak görürken, nihilizm de dinsel olduğu kadar teknik teknolojik dogmaların reddi olacaktı. Belirsizliğin esas olduğu dünyanın asıl olduğunu vurgusunda Nietzsche teknik- teknolojik araçsallığın bilimci algısının neden olduğu düş kırıklığının altını çizerken bugünün dünyasını da anlatacaktır sanki.
XIX. yüzyıldan sonra XX. yüzyıl da gerçekten tüm dehşeti ile teknolojiye olan inancın yarattığı bir ahlaki çöküntüyü getirmeyecek miydi? Auswitch – Hiroşima – Nagazaki – Çernobil – Fukuşima; hepsi birer birer ve topluca tarihsel ve siyasal olgu olmaktan çok insanın etik bir sorununa işaret etmeyecek midir bugün? Ve yine bugün, yokluğun özleminin taşıyacakları, XIX. yüzyılın (romantizmlerinin dışında) nihilistlerini uzaktan da olsa hatırlatmayacaklar mıdır?
* * *
XX. yüzyılın sonundan itibaren yok ederken yok olma eylemleri yaygınlaşırken, görüntüdeki anlam bolluğunda, anlaşılamayanı anlamak için Nietzsche iyi bir rehber olacağa benziyor.