Metin Sarfati / Hukuk ve İktisat Araştırmalar Dergisi / 2014, Cilt 6, Sayı 2
Özet
“Ekonomi politiğin doğusu ve gelişimi, siyasetin ve dinselin ötesinde bir özgürleşme arayışı olarak da yorumlanabilir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise iktisat, siyaseti kendine tabi kılarak sahnenin tek egemeni olmuştur. Bu aşamada siyasi yönetimler özellikle finans piyasalarının buyruğuna girmislerdir.
Öte yandan iktisadi düzeyi asan bunalım giderek ağırlaşmaktadır. Doğanın tahribinin – krizinin, “rasyonalist-prodüktivist” bir tahayyülden, bir kültürden bağımsız olduğu düşünülemez. Yabancılaşmış ve bir diğerine şiddet uygulayan bireyler aynı şiddeti yabancılaştıkları doğaya da uygulayacaklardır.”Bu aşamada iktisadın perspektifleri sorgulanıp, “iktisat bilimi sosyal gerçekliği algılamakta yeterli midir?” sorusu irdelenmelidir. Tebliğde, iktisat söylemi iktisat felsefesi projeksiyonu ile sorgulanacak, bunalımın yaygınlaşıp derinleşmesi ile ilişkisi araştırılacaktır.
Giriş
Kriz içselleştirilememiş devinimlerin, dengelenememiş güçlerin nihayet patlaması değil midir? Bu haliyle kriz bastırılamayanın görünür olmasına, şiddetin belirginleşmesine denk düşecektir. Toplumsalın temel unsuru olarak da ekonomik düzeydeki kriz, iktisadın içselleştiremediği şiddetin zirvedeki görüntüsünü verecektir. Kriz, bu durumda şiddet üreten kötü, iktisadın bizzat ve kaçınılmaz bir şekilde kendi ürettiği mi olacaktır?
Bu önermeden hareket edildiğinde iki temel unsurun ortaya konulması gerekecektir: Önce, şiddet iktisadın ontolojik bir ögesi midir? Eğer buna olumlu bir yanıt getirilecekse hemen ardından, iktisadın bu şiddeti niye içselleştiremediğinin ortaya konulması gerekecektir.
Bu süreç ister istemez dinin, metafiziğin ve felsefenin kadim sorusunu gündeme getirecektir; kriz aslında şiddetin somutlaşmış hali olarak, ona maruz kalana (bireysel ve/veya toplumsal düzeyde) acı verecekse kötü olana denk düşecektir.
Kötünün kaynağının bulunması, insanlığın hangi tarihsel süreçte ve coğrafyada olursa olsun temel sorunu olduğuna göre bugünün bunalımının sorgulanması, şiddetinin kaynağının irdelenmesi, aslında kötünün tahlili anlamına da gelmeyecek midir?
2011 yılında Nobel ödülü alan iki ünlü ekonomist -Christopher Sims ve Thomas Sargent-Avrupa ve Euro krizi için söyle diyeceklerdir: “Bu krizin iktisat teorisi açısından hiçbir yeniliği yoktur ve çözümü çok kolaydır. Sorun politik düzeyin müdahalesinden kaynaklanmaktadır”. (Le Monde, 2011) Böylece iki bilim adamı varsayımımızın tersini ileri sürüp kötünün, iktisadın kendiliğinden işleyişinin dışında ve siyasanın içinde aranması gereğini ileri süreceklerdir. Bu durumda siyaset düzeyi şiddet ürettiğine göre, “kötünün” kaynağı olacaktır.
Yanıt böyle verildiğinde, nerede ise Rousseauyen bir perspektifi hatırlatırcasına kötü ancak toplumsal ilişki aşamasındaki insanın eyleminin sonucunda belirebilecektir. Çözüm bu durumda siyasanın veya somut insanın olmadığı bir yerde aranacaktır. Besbelli ki bu yer soyut ve görkemli modellerin dünyasıdır. Genel olarak söylersek, iktisat teorisinin dünyasıdır. Çözüm yeri orasıdır. Bu durumda iktisatçının artık pek ilgilenmediği kavramı kullanırsak, iktisat teorisi “a priori” iyinin dünyası mı olacaktır?
Bu önermeden yola çıkıldığında her şey açıktır. Kötüden ve şiddetten kurtuluş politik düzeyin dışlanmasında aranacaktır. Politik düzey toplumsallaşma sürecinin temellerinden, mübadele süreçlerinden dışlanacaktır. Önerilen somut insanın, somut eyleminin karar süreçlerine dâhil edilmemesi anlamına da gelebilecektir. İyi, iktisadın dünyasının bizzat içinde aranmalıdır. İktisadın dünyası iyinin dünyası olacaktır, bolluğun dünyası olacaktır. Bolluğun ve iyinin mekânı bilindiği gibi cennettir. İktisat cennete açılan kapının anahtarlarını elinde tutacaktır. Cennet Tanrıya aittir ve insan iradesinin bu uzam dışı yerin tasarlanmasında bir katkısı yoktur. İnsan aklı burada kendinden önce tasarlanmış bu düzene salt uymakla yükümlü olacaktır.
İktisatçı bu gizemli kurguda nerede ise cennetin anahtarlarını elinde tutan rahiptir, büyücüdür. Yarattığı gizemin sisli bulutlarının arasında aslında tepeden bakmaktadır insana; aynen bir büyücü gibi davranmaktadır. Büyücü, kristal küresinden geleceği inşa etme koşullarını göstermektedir. Gelecek, “kendiliğinden tasarıma” tümü ile uyum sağlayan rasyolu bireyin rekabet koşulları altında etkin olabileceği, demek ki hızlı olup zamandan tasarruf edebileceği ve böylece ilerleme sağlayabileceği bir dünyanın üzerinde inşa edilecektir.
Bu dünya üzerindeki cennet böyle inşa edilecektir.
Ama ya diğer sık doğru olacaksa, kriz iktisadın bizzat kendisinden, kendi düzeninden kaynaklanıyorsa…
İktisatçının önerisinin tersine, şiddet iktisadın dünyasından kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Şiddet iktisattan kaynaklanarak dünyayı kuşatmıştır. Kriz, uygarlığın krizi, iktisadın kaçınılmaz bunalımının yapısallaşmış şiddetinin doğal bir sonucu olarak görünmemekte midir?
Mağrur iktisatçının önerileri, aslında iktisadın şiddetinin siyasayı da dışlayarak tüm dünyayı kuşattığının bir göstergesi değil mi? İktisadi kriz, iktisadın yapısallaşmış bunalımının, yapısallaşmış şiddetinin aslında kaçınılmaz bir ürünü değil midir?
Rousseau’dan Smith’e iktisadın, şiddetin bizzat kendisi olduğu önerisi ve bunu içselleştirerek çözüm arama çabası hâkim olacaktı. Bugün ise iktisat bilimi ekonomi politiğin bu temel problematiğini, şiddeti bastırarak değil içselleştirerek çözümlemeye çalıştığını unutacak ve unutturacaktır.
İktisat bugün kendi paradigmasını uygarlığın temel ve egemen paradigması haline getirecek, “kendiliğindenliğin” şiddeti zincirlerinden boşalttığını görmezden gelecektir.
İktisat bugün şiddeti içselleştirmeyi unutmuştur. Bunun kendiliğindenliğini ileri sürerek doğanın isleyişi ile ilişkilendirmek istemiştir. Kriz veya egemen olan şiddet, tekrarlayalım, ezeli bir problemi ortaya çıkaracaktır.
İktisat bizzat kendisi bu haliyle kötünün kaynağı mı olmuştur?
1. Öz Çıkardan Öz Sevgiye veya Ekonomi Politikte Şiddetin İçselleştirilmesi
“Ekonomi şeytanın şeytanı kovmasıdır”.
Dupuy
Ekonomi politik modernitenin, kutsal olanın ötesinde oluşturmak istediği dünyasının somutlaştığı mekân olacaktır. Gauchet’in deyisiyle: “bu dönemde kutsal olan uzaklaştırılacaktır” (Gauchet 2007, 60) siyasa tanrısızlaştırılacaktır.
Tanrının ötesinde yeni ve özgün bir etik oluşturma, yeni zamanların temel paradigmasını oluşturacaktır. Bu problem, aslında dinselden devralınan temel bir sorunu kapsayacaktır; kötünün kaynağı tanrının olmadığı bir dünyada nerede olacaktır? Eş bir deyişle, tanrının tahtına göz diken insanın çıkarı tarafından tümüyle ele geçirilmesi nasıl önlenecektir?
Etiğin kaynağının tanrısal olduğu eski dünyada, düzenleyici buyrukların sadece tanrı tarafından verilebildiği bu dünyada, kötünün kaynağının da tanrı mı olabileceği sorusu; metafizik düzeyde de, felsefi düzeyde de uzunca bir süre tartışılagelmiştir. Dünya üzerinde kötülük niye vardı ve bu kötülük nasıl önlenecekti sorusunu, tanrıya yeryüzünden el çektiren modern dönem devralacaktı. Modern dönemin içinde büyük bir yol ayrımı olan ekonomi politiğin felsefesi de kaçınılmaz olarak temelde bu soruya cevap arayacak ve var oluşunun anlamını öncelikle burada belirginleştirecektir. Bu da zaten zorunlu olacaktır; kötü, niçin vardı ve kaynağı neresiydi sorularına cevap aranacaktır. Ekonomi politik yeni düzenin asli unsuru olurken, bu soruların yanıtını aramayı üstlenecektir.
Felsefedeki, metafizikteki ve dinseldeki kadim soru bütün ağırlığıyla gündemdedir. Kötülük bir panzehir olarak tanrısal tehdit olmadan nasıl engellenecektir? Rousseau için kötü, ilkel hali, doğal hali içindeki insanın ürünü olmayacaktır. İlkel tutkular içindeki insan salt kendi çıkarına dönük olamayacaktır. (Rousseau, 2011) Rousseau‘ya göre bu duygular sevecen, hoş ve iyidirler. Bu tutkular onları taşıyanlarla ilgilidir sadece. Rousseau buna “kendine sevgi”, “öz sevgi” (amour de soi) diyecektir. Fakat diye ekleyecektir Rousseau; bu tutkular başka biri ile karşılaşma aşamasında, engellenebilecek ve artık onların tek amacı bunları asmak olacaktır. Olanca enerjilerini bunları asmaya harcayacakları için artık kin ve nefret yüklü olmaya başlayacaklardır. O zaman Rousseau için olumlu olan kendine sevgi, (amour de soi) kin ve nefret yüklü salt “kendine sevgiye” (amour propre ) dönüşecektir. Artık diye yazacaktır Rousseau: “Biz ancak başka birinin kötü duruma düşmesi ile tatmin olup mutlu olabilecek duruma gelmiş olacağız”.
Kötünün kaynağı burada besbelli ki ekonomin modernitedeki toplumsal biçimi ile ilişkili olacaktır. Nefret, alt etme, rekabet duyguları ve çıkar üzerinde yükselecek bu toplumsal yapılanma biçimi kötünün üreticisidir ve yıkıcıdır. Yıkıcılığı üretir ve içinde taşır. Ekonomi bu süreçte şiddetin kaynağı olabilecektir.
Smithyen ekonomi politik ve etik Rousseauyen bakısın tersi bir perspektiften değerlendirecektir toplumsallaşma sürecini. Ekonomiyi de, tanrının ötelendiği bir dünyada şiddetin şiddet yoluyla içselleştirilip, etkisizleştirilmesi çabası olarak algılayacaktır. Ekonomi, içerdiği çıkar ve öteki ile rekabetten dolayı şiddeti ve kötüyü üretebilecektir ama onun aynı zamanda bunları (bastırarak değil) içselleştirerek dizginleyebileceğini, bir anlamda karşıt gücünü de üretip dengeleyebileceğini ileri sürecektir. (Dupuy, 2012: 53) Eski dönemin kutsalını ve kurbanını ikame edecektir böylece ekonomi. Kutsallaştırılmış kötü asıl kötüyü dengeleyecektir. Kurban, kötünün egemenliğine karsı gerekli bir kötülük olacaktır. (Dupuy, 2012: 53)
Rousseau’nun: “Çıkar takibi başka birinin elenme isteğine yol açacağı için ve ötekine karsı yıkıcı tutkuları kışkırtacağı için kötünün kaynağıdır” tezi, Smithyen ekonomi politikte sempati motifiyle asılmaya çalışılacaktır.
Çıkar arayışı (self-interest) Smithyen ekonomi politikte insana özgü bir tutkunun, sempatinin bir alt ögesi olarak belirecektir. (Sarfati, 2012: 41-66) Bu ortaya konulduğunda sırası ile iki şey ortaya çıkacaktır: Önce çıkar reddedilmeyecek ama asıl olan temel eylem nedeni sempati olacaktır, hemen ardından öz sevgi, sempati ile dengelenip toplumsal bağın çürütücüsü değil oluşturucusu olacaktır.
Bu çözümlemeden çıkan sonuç, ekonomi politiğin bu döneme ilişkin temel anlamını da verecektir. Rousseau ile Smithyen perspektif arasındaki önce benzerlik, sonra ise karşıtlık açıktır. Öz çıkar takibi ikisi için de ilk aşamada çürütücüdür ve ekonomi bu unsuru içermektedir. Fakat buradan sonra ayrışma başlayacaktır. Rousseau için çıkar takibi başka biri ile karşılaştığı andan itibaren ona karsı bir mücadele içine girmeyi gerektirecektir ve o andan itibaren yozlaşacaktır, kötünün bizzat kendisi olacaktır. Ekonomi bir ilişkiler toplamı olarak, örneğin rekabet ile kötünün ve şiddetin bizzat kendisi olacaktır. Smith için ise bu olası şiddet öteki ile ilişki süreci içinde ve “sempati” motifi ile içselleştirilip dengelenebilecektir.
Özetle Smithyen ekonomi politikte şiddet, yeni iktisadi düzenin ürünü olma tehlikesini içermektedir. Fakat Smithyen perspektif sempatiyi, öz çıkarı da içeren ve böylece şiddeti asan bir düzenek olarak düşünmüş olmayacak mıdır? Rousseau için öz çıkar takibi rekabeti içerdiğinden ve başka birini alt etme duygusunu, diğer bir deyişle düşmanca istekleri kışkırtacağından, toplumsalı çürütücü ve yıkıcı olacakken, Smith için de rekabet ve öz çıkar takibi temelde kötünün simgesi olacak fakat bu sempati yoluyla engellenebilecektir. Görülüyor ki ekonomi politik başlangıç itibariyle iktisadın özündeki şiddetin ve içerdiği kötünün farkına varacak, Rousseauyen veya Smithyen farklılıklar olsa da bunun içselleştirilmesi yollarını arayacaktır.
2. Bir Kırılma: “İktisat Bilimi”
“Ekonomi bu dünyanın temel biçimidir”.
Hegel
1870’den itibaren ekonomi politiğin ömrünü tamamlamış olduğu ilan edilecektir. İktisat Walras’la birlikte artık saf bilim olmaya soyunacaktır. İdeal tiplemelerden yola çıkılarak, teorem inşa edilip akıl yürütülecektir. (Walras, 1926: 29) Rasyonalite, rekabet, etkinlik ve çıkar iktisat teorisinin dünyasını oluşturacaktır. İdeal insan artık salt kendi ile ilgili olan olacaktır. Salt çıkar motifli eylemin, psikolojik temeli inşa edilecek ve iktisat teorisinin insanı kendi için şey olacaktır. İnsan olanın çıkarının takibi de ancak rasyonel davranışına bağlanınca, kendi için var olmak da kaçınılmaz olarak rasyonel davranış varsayılacaktır. Ekonomi politiğin nedretinin de tanımı değişecektir artık. Nedret, bireyin hazzıyla ilişkilendirilecektir sadece. (Sarfati, 2011) Bu durumda birey için gerçeklik, hep kaçan doyum noktası olacaktır. Tatmin sürekli olmamalıdır çünkü. İstek hiç bitmeyen bir hayal haline gelecek ve gerçeğin yerini de kaplayıverecektir. “Kendi için” var olanın, rekabet sonucunda insan ve tabiat üzerinde tahakküme girişmesi de kaçınılmaz olacaktır. İktisat teorisi kendi egemenliğini perçinlerken onu sadece teknolojiyle paylaşacaktır. Teorinin insanı da, egemenliğini ve kaçınılmaz olarak yalnızlığını, teknolojinin hiç durmadan ürettiğinin tüketiminde arayacaktır. İktisat, nerede ise (Durkheim, 1979: 598) “Dukheimyen” bir perspektif içinde, kendini yeni bir din haline getirmenin uğraşısı içinde olacaktır. Ekonominin ilk dönemlerinde “var olmak”, “sahip olmaya” dönüşmüştür. İktisadın toplumsal yasamın tümüne egemen olduğu bu asama, sahip olmaktan görünür olmaya geçileceği dönem olacaktır. (Debord, 1992: 16) Görüntünün anlık olması değerin değersizleşip ana indirgendiği, içeriğinden boşaltıldığı iktisadın dünyasında yerini bulacaktır.
Anın kutsallaştırılmasıyla beraber iktisadın dünyasında, bugünün temel kavramının hızın da önü açılacaktır böylece.
Feuerbach’ın çok önce dediği gibi: “Gerçek azaldıkça kutsal olan ve hayal olan büyüyecektir”. (Feuerbach, 1992) Gerçek olanla olmayanın, reel ile sürreelin ayırdı giderek zorlaşacaktır.
Kendi hazzına ve onu gerçekleştirme arzusuna sıkışmış insan için kendi dışındaki, Rousseau’ya hak verircesine ötekileştirilip ancak rekabet edilecek kişi konumuna getirilecektir. Rekabet çünkü iktisadın dünyasında, yalnız bireyin, bildiği tek ilişki biçimidir; birey, çıkarını en yükseğe çıkarmanın dışında bir varoluş sekli bilmemektedir. Rekabetin dünyası da herkesin birbirini düşman bellediği dünya olacaktır. Fakat bu düşmanlık açık seçik yürütülmeyecek, iktisadın büyülü sürreel portreleri düşmanlığı üstleneceklerdir. Rekabet böylece herkesin birbirini dışladığı ve ötekileştirdiği bir dünyanın mimarı olacaktır. (Sarfati, 2011) Rekabet bir yandan da dengeyi mümkün kılacaktır. Denge, iktisadın ütopyası olacaktır. Bu durumda tüm ütopyalar gibi iyi olanın simgesi olacak mıdır? Denge, ideal durumsa daha doğrusu ütopyaysa ve bu ütopya için rekabet temel koşulsa, rekabet de Rousseau’nun dediği gibi bir diğerini alt etmekse, bu istek de Rousseau için örneğin; kötülüğün kendisiyse, iktisadın bu en temel ütopyası kötünün bizzat kendisini mi yansıtıyor olacaktır? Kötülüğü yapanın somut olarak bilinemediği iktisadın dünyasında piyasa Smithyen ekonomi politikteki anlamından uzaklaşarak sürreel bir savasımın verildiği yer olmayacak mıdır? Felsefenin-metafiziğin temel problemi geri gelmiştir; kötünün kaynağı yine saklanmıştır, bu kez iktisadın büyüsünün ardına gizlenmiştir. İktisadın dünyası tümü ile virtüel bir dünyaya geçişi hazırlayacaktır. Rekabet şartları altında dengeye ulaşılacaktır. İktisadın temel problematiği olan etkinlik de bu koşullar altında sağlanacaktır. İktisat, etkinlik vaat edecektir.
Etkinlik sonucunda optimizasyon sağlanacaktır çünkü. Optimizasyon, tanrılı kutsalın ötelendiği dünyadaki yeni kutsalın temel unsurudur. Optimizasyon, en kısa zamanda, en az girdiyle en çok çıktıyı temin etmek olduğuna göre ilk sorun en “kısa zamanı” mümkün kılmak olacaktır; üretim sürecinde temel amaç zaman kazanmak olmayacak mıdır? Kazanılan zaman sonra tasarruf edilecektir. İktisadın bas tacı edildiği dünyada kazanmak asıl olan olduğu için zaman da kaybedilmeyecekler arasındadır. Zaman kazanılmalıdır! İktisadın sorunu artık sadece rekabet aracılığıyla etkinlik sağlanıp, en çok faydanın edinilmesine indirgenmiş olacaktır.
İktisat tüm sofistike ve göz kamaştırıcı görüntüsüne rağmen aslında Rousseauyen ve Smithyen kurgudaki kötünün ve bizzat şiddetin üreticisi mi olmuştur böylece? Rousseau: “Öz sevgi başka birini alt etmeye çalıştığı andan itibaren meşruiyetini ve masumiyetini kaybeder” demişti. Smith’te bu kötüyü sempati ile dengelemeye çalışmıştı.
İktisat Smith’i bir anı haline dönüştürüp, Rousseau’dan hiç bahsetmeyecektir. İktisat artık kötüye ve şiddete, tanrısal düzeyde şiddet ve kötü ile cevap arandığı dönemi de, “gerekli asgari kötülüğün” içselleştirilerek toplamın iyiliğine dönüştürülme çabası olan Smithyen ekonomi politik sürecini de geride bırakmış, hatta reddetmiştir. İktisat artık kendi kavramlarının içinde yeni bir dünyanın ideolojisini oluşturacaktır.
Şiddet, hız ve ana odaklanarak “kendiliğinden sistemin”, “kendiliğinden” bir sonucu haline gelecektir böylece.
Kendiliğindenlik bir anlamda imansızlaştırılmaya denk düşecektir. Reel olan kötü dahi, sürreel konuma taşınacaktır. “Gerçek olan buharlaşırken”, var olduğunuduyumsamak isteyen insan da ancak anlık görünmelere sığınacaktır. Gerçekliğininsan yüzü portreleri de, sürreel resimdekilerin aynısı olacaktır. (Sarfati. 2012: 41-66) Gerçeklik, bir hayaldir artık fakat şiddet gerçektir.
3-Finans, Hız ve Yabancılaşma
Charles Gide: “Gece gördüğüm parıldayan yıldızlar sabah nasıl kayboluyorsa, isteklerimin pırıltısı da her an değişiyor. Su an istediğimi bir an sonra istemiyorum” derken iktisadın özünü ortaya koymuş olmayacak mıdır? (Gide2012)
Faydacılıktan hazcılığa giden bir süreç içinde iktisadın büyüsü, bugünün insanını pençesine almış durumda. Rekabet, fiyat, borsa, finans, denge, piyasa, hız, zaman… İktisadın kavramları tahayyül dünyasının içeriğini ve sınırını oluşturuyor. Sıradan bir gözlem bu kavramların virtüel bir dünyaya denk düştüklerini gösterecektir. Gerçek olanın bu olduğu illüzyonu içinde kaybolacaktır iktisadın büyüsündeki insan. Godelier: “İktisat teorisi de insanı biçimlendirir” derken haklı olacaktır. İktisat da (kendisi diğer şartların sonucu olup) düşünsel ve maddi varoluşu biçimlendirmektedir. “İnsanlık Durumu” bugün iktisadın biçimlendirdiğidir. Gide, isteğin ve zevkin üstünde yükselen iktisadın “uçuculuğunu” çok güzel anlatacaktır. Condillac, Mandeville, Hayek çizgisinin dahi ötesine geçilecektir, bugün sanal âlemde yasayacaktır artık iktisat. Sanal âlemin kavramları ile neredeyse tanısal bir kimliğe bürünecektir. Bir giz perdesi olacaktır onun gerçek olarak sunduklarının üzerinde. Ekonominin aslında Durkheim’in dediği gibi dinsel niteliğinin var olduğu önerisi değişik bir düzlemde de olsa devam ettirilecektir böylece. (Durkheim, 1979) Tanrısalın arkasındaki daha önceki dönemde bilinemeyendi, iktisat da bugün bilinemeyendir. “Piyasa güçleri” bilinemez olunca kötünün kaynağı da bilinemez olacaktır.
Krizin nedeni piyasa güçleri midir, ekonominin önerildiği gibi kendini kendiliğinden düzenleyememesinin sonucu mudur? Eğer öyle ise ekonomi kendini düzenleyemiyor demek, totolojik olacak kadar yalın bir çıkarsama olacaktır. Bu durumda öneri iflas edecektir. Eğer ekonomi kendi kendini düzenleyebiliyorsa ve bu olamıyorsa, insan olan da bunu bilecek durumda değilse bu trajiktir. İnsan kendisinin etkin olmadığı bir düzenin ve onun sınırlarının içinde yasamak zorundadır çünkü. Sistemin bizzat özü insanın dışında oluşuyorsa, yabancılaşma sorunu tüm trajedisi ile gündemdedir. Camus’nün trajedisini hatırlatmaktadır. (Camus, 1984)
Camus’nün Mersault’su, artık iktisadın insanıdır. Bugün artık herkes birbirinin yabancısıdır. Herkes hayallerini hızlı ve tek basına yasayacaktır. Bugün iktisat teorisinin yalnız ve yabancılaşmış insanları sanal âlemde hayallerini, şiddetlerinin biçimlendirdiği sekliyle tatmin etmeye çalışmaktadırlar. Bu insanlar birbirleriyle ancak iki şekilde iletişime geçeceklerdir: para ve rekabet iletişim araçları olacaktır. İktisadi ajanlar bu şekilde birbirleriyle hiç konuşmayacaklardır, otistik bir görüntü vereceklerdir. Bireysel strateji her şey olacak ama bu aslında, toplumsal yalanın bir parçasını oluşturacaktır. Marcel Mauss da: “İktisat toplumsal yalanın bir parçasıdır” diyecektir.
“Kendi özüne indirgenmiş şekilde ve varlığın tek amacı olarak kendini konumlandırmak, yeni zamanlara ait” diyecektir Heidegger. (Heidegger, 1962: 120) Yeni zamanların, iktisadi olanın perspektifinde belirlendiğine kuşku var mıdır? Kendine indirgenmiş olanın, iktisat teorisinin kendi için şey olanın, sübjektif faydasına indirgenmiş olanın olduğuna işaret etmek istemiştir Heidegger. Yeni olanı da söyle açıklayacaktır: “Yeni olmak tasarlanmış bir hayal olarak algılanan dünyaya ait olmaktır”. (Heidegger, 1962: 121) İktisat egemenliğini, hayallerini benimseterek kuracaktır. Yeni olanın özünü iktisadın gizemi belirleyecektir. Ekonomi, böylece dünyaya bakışta temel bir perspektif olmayı da asıp, yarının tek egemeni veya despotu olmaya mı soyunacaktır? Durkheim’in deyisiyle: “Dinsel kaynaklı olan ekonominin insanı artık aşkınlığı” dinselde değil, ekonomide mi yakalamaya çalışacaktır. Fakat iktisadın özünde dinselin gizi muhafaza edilecektir. İktidarı ele geçirdiği illüzyonu içindeki iktisadın insanı bu gücü bu kez rasyoya ama aslında onun mağrurluğundaki iktisatçıya, teknisyenlere, teknolojiye ve ürünlerine teslim edecektir? _iktisadın yakın dönemdeki örnek tapınağında, borsada özgür oldukları ve iktidara sahip oldukları illüzyonu içinde olacaktır insan. Walras da iktisadın bir “bilim” olarak “saf” halini burada yazmayacak mıdır? (Walras, 1926)
“İktisadın himayesindeki” finansın dünyası borsada, sanal âlemle özdeşleşecektir. Reel ile sürreelin örtüştüğü, gerçekle hayalin birbirine girdiği, insanın iktidarda olmadığı bir yeni tapınak olacaktır borsa.
Borsa kendine özgü işaretlerle kendine özgü bir haberleşme dilinin türetildiği ve zamanın hızlandığı bir yer olacaktır. Hız borsanın özüdür çünkü. Burada “gerçek zaman” değil an var olacaktır. (Virilio, 2010) Yabancılaşma buradan da kaynaklanacaktır. Borsada zenginlik gibi zaman da kazanılabilenlerin arasında yer alacaktır. Bununla birlikte ekonomi bilimi kaynaklı olmak savı ile yasam bulan finansla iktisat, Jeremy Rifkins’e göre birbiriyle çelişen bir ilişkinin içinde olacaklardır. “Ekonominin zamana ihtiyacı var” diyecektir Rifkins (Rifkins, 2011) ve ilave edecektir: “Finans ise bir an evvel eyleme geçmeyi gerektiriyor”. Finans temel bir çelişki içerecektir. Birincisi, iktisadın kutsal kriterinin optiğinden kaynaklanacaktır. Rasyosunu kusanmış insan, hatta iktisatçının beyin fizyolojisi, borsadaki devinimleri, hareketleri takip etme gücüne sahip olamayacaktır. Ulasan bilgiyi tahlil etme imkânı ve zamanına sahip olamayacaktır. Bir saniyede onlarca defa yapılan mübadeleye “muhteşem” insan zihni yetişememektedir. İnsan beyni, kendi başlattığı işlemleri takip edememektedir. Onları takip edebilecek olan sadece sanal âlemdir, bilgisayarlardır. Kendiliğinden düzen gerçekleşecek midir böylece? İnsan –paradoksal olarak iktisatçı dâhil- karar sürecinden tümü ile dışlanmış olacaktır böylece. Yönetici dahi bilinmez olacaktır, sürreel olacaktır. En güçlü devletler bile iktisadın düzenine teslim olmuş durumdadırlar. İktidar artık onların değildir, tanrıdan devralınan rasyoya verilirken başka bir yere verilmiş görünmektedir.
İktidar, iktisadın veya piyasanın dendiğinde ise kastedilen tanrının bizzat kendisinden daha somut olmayacaktır…
Çünkü piyasa artık bir büyüdür. Gerçek insan algılamakta güçlük çekecektir, yalnızlığına çekilecektir. Yabancısı olacaktır, ne olduğunu bilmediği bu soyut âlemin. Çünkü sofistike ve göz kamaştırıcı analizlerden sonra dahi insan tahayyülünün sınırlarının dışındadır iktisadın büyülü kavramları; piyasa kimdir? Walras’ın tellalı mıdır, herkes midir? İktidar kime aittir, herkese mi? Bu durumda karar sürecinde etkin olan insan değil teknolojidir. Denetiminde olmadığı teknolojili dünya, insan için endişe kaynağı olacaktır. Yabancısı olacaktır bu dünyanın.
Finansın ana, iktisadın ise zamana, düşünmeye ihtiyacı olması finansın ikinci temel çelişkisini oluşturacaktır. (Rifkins, 2011) Bugün iktisat teorisi artık gereksindiği zamanı bile dışlamış durumda. İktisat hızlı olmak için, “zaman kazanmak” için düşünmeyi dışlayacaktır. Hıza ve ana övgü (Virilio, 2010) iktisadın kendisini dahi dönüştürecektir. İktisat teorisi finansa dönmüş durumda olacaktır.
Borsa ve gösteri toplumu bugünün iktisadının eseri olacaktır. Borsadaki fiyatla, gösteri toplumunda ki görüntü anlık olacaktır. Anlık olması, illüzyon kuskusu dahi uyandırmadığından borsada böylece hayal ticareti yapılacaktır. Sanal ve hayal birbirlerini çağrıştıracaktır.
Hayalin ardından gerçek göründüğünde, örneğin kriz olduğunda bunun hayal olduğu bile ilan edilebilecektir.
Sonuç
İktisadın finansa indirgenmiş hali bugünü hıza ve rekabete indirgemiştir. Hız Virilio’nun deyisi ile şiddetin şiddetidir. Rekabet insanlar arası tek ilişki biçimiolduğunda Rousseau’nun dünyasındaki ötekinin kışkırtıcısıdır. Anınegemenliğindeki insanlar bu yeni tiranın bitmez isteklerini yerine getirmeyeçalışırlarken, bunun özgürlük olduğunu düşünmektedirler. An tutsaklığı,düşünmeyi engelleyip Heidegger’in “kendi için şey”ini kaçınılmazlaştırmıştır.“Kendi için şey” kendine tutsak olup ötesini dışlayacaktır.
Finansallaşmış iktisadın bireyi için varoluş, ana sıkışıp salt kendi için var olacaktır. Politik olan dahi finansal piyasalara ve ana tabidir artık.
İktisadın egemenliğindeki dünyada iyinin varoluş koşullarını oluşturma üzerine düşünmeye zaman kalmamıştır.
KAYNAKÇA
Camus, A. (1984) L’Etranger, Reclam Fremdsprachentexte, Paris.
Debord, G. (1992) La Société du Spectacle, éditions gallimards, Paris.
Dupuy, J. P. (2012) L’avenir de L’économie, Flammarion, Paris.
Durkheim, E. (1979) les formes élémentaires de la vie religieuse, 6e édition, PUF, Paris.
Feuerbach, L. (1992) L’Essence du christianisme, Gallimard, Paris.
Gauchet, M. (2007) La révolution moderne I, Gallimard, Paris.
Gide, C. (2012) Principes d’économie politique, Collection Etudes, Paris.
Heidegger, M. (1962) Chemins qui ne ménent nulle part, Gallimard, Paris.
Le monde, 10 Octobre 2011.
Rifkin, J. (2011) Une nouvelle conscience pour un monde en crise, Les Liens Qui Liberent Editions, Paris.
Rousseau, J. J. (2011) Emile, Türkiye _s Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Sarfati, M. (2011) “Spinoza-Smith ve İktisat Teorisine Bir Eleştiri”, Ercan Eren
ve Metin Sarfati der. , içinde _iktisatta Yeni Yaklaşımlar, İletişim, İstanbul.
Sarfati, M. (2012) “1870’lerdeki Kırılmadan Bugünü Okumak”, İktisat Felsefesi Dergisi, Bahar/Sayı1, s. 41-66.
Virilio, P. (2010) Le Grand Accélérateur, Galilée, Paris.
Walras, L. (1926) Eléments d’économie politique pure, ou Théorie de la richesse sociale, Ed R. Pichon et R. Durand-Auzias, Paris.