“Olabilecekler olabilemeden” diye Jankélévitch, Anders ve birçoklarından sonra sık sık uyarmaya koyulduğunda, karamsarlık ve kötümserlikle az suçlanmayacaktı bu satırların yazarı.
Şimdi nihayet “olabileceklerin olabildiği” görülmeye başlandı, kutusu açıldı sanki Pandora’nın.
“Apocalypse”i ufukta aramak, hayran olunanın yakıcılığını hissetmek değil tabii bu. Isınan yer kürenin ateşi, Avustralya ve Amazon ormanlarınınkiyle birleştiğinde, yok olan canlıların çığlıkları semayı kapsadığında, “apocalypse” çoktan kapıyı çalmıştır.
Akla düşmez mi Camus; “Kentin orasında burasında aniden fareler görülmeye başlanmıştır. Koşup insanların yanına kanlar içinde ölmektedir aniden. Öylesine artmaya başlayacaktır ki bu kısa zamanda, metrelerce kuyruk oluşturacaklardır insanların yanına ölmek için gelen sıçanlar…” Veba böyle başlayacaktır kentte. Ölme sırası insanlara gelecektir artık. Kitabın bir yerinde vebanın ne zaman biteceğini soranlara Camus cevap verecektir: “Umudunuzun kesin bitmesinden, veba biziz.” diyecektir.
Rousseau da Lizbon depreminden sonra bu dünyada olup bitenin nedeni sadece insandır diyecektir.
***
“Gereksizin üretim ve tüketimine koşullanmış bir yaşam. Gereksizin bolluğunda ortalığı kasıp kavuran ateşlerde yok olunurken yok edilen canlar.”
Fénelon, Télémaque’ın serüvenlerinde şöyle yazacaktı: “İnsanlar her şeye sahip olmak isterler ve gereksizin, fazlalığın isteği ile kendilerini mutsuz ederler; eğer sadece yaşamak ve gerçek ihtiyaçlarını tatmin etmek ile mutlu olabilselerdi, her yerde bolluk, neşe ve barış olacaktı.”
Felaketin içinde karantina günlerinde, gereksiz olanın dışında her türlü faaliyet yasak edildiğinde düşmüştü yazı masasının üstüne; gereksizin üretim ve tüketimine koşullanmış bir yaşam. Gereksizin bolluğunda ortalığı kasıp kavuran ateşlerde yok olunurken yok edilen canlar.
Yuvası yok edilen, bu yer üzerinin en eski canlılarından biri olacaktı son felaketin sorumlusu. Kendi başına ve yalnızlığında yaşamaya aşık pangolin, içinde vebayı taşıyan tarafından tatmin edilemez arzusunun bastırılması için insan pazarlarında teşhir edilmiyor muydu?
Ama insanlık tarihi günah keçileriyle doluydu. Camus’nün deyişi ile “vebayı içinde” taşıyanın doymazlığı değil miydi asıl sorumlu?
***
Sonsuz zenginleşme ihtirası, Spinoza’nın deyişi ile arzusu, modern zamanlarında vebalısını mutsuzluğun yangınları içinde yakmayacak mıydı? Sanayileşme ile birlikte önce “sahip olarak” sonra “görünerek” ve hep daha çok sahip olup, görünerek yaşamayacak mıydı vebalı olan? Bunlar olmadan nasıl yaşanırdı ki?
“Her çöküntü tükenişi beraberinde getirecektir. Sonlu bir dünyada sonsuz isteğin mümkün olmayacağı anlaşılmak istenmeyecektir.”
Zenginleşme, çok üretip çok tüketme biçimi olarak yanına ölmeye gelinenlerin temel var olma biçimi olacaktı özellikle modern sonrası denilen zamanlarda. Ve bu artık bireysel ve toplumsal sıralamalarda da temel bir referans noktası olacaktı.
Artık varlık ölçülebilir olanla ifade edilecektir. Tanrının evinde dahi ölçü aynıdır. Onun gözünde dahi çokluk saygınlık ölçütüdür.
***
Özellikle modern sonrası denilen dönemde hazzın ve hızın önderliğinde bir hayal dünyası inşa edilecektir. Şizofrenik bir yanılsamaya denk düşecektir bu dünya ve hep krizlere çıkacaktır yol.
Her çöküntü tükenişi beraberinde getirecektir. Sonlu bir dünyada sonsuz isteğin mümkün olmayacağı anlaşılmak istenmeyecektir. Dünyanın düz ve sonlu olduğu şizofrenin hayalinde yankı bulmayacaktır.
Tabiat egemenliği altına almaya soyunacak insanı Spinoza uyaracaktı halbuki, insan bir imparatorluk içinde imparatorluk değildir. Sonsuz arzunun güdümünde kör edici bir tutsaklıkta daha çoğunu istemek, durmaksızın istemek, bunun için üzerinde yaşanılan yer küreyi dönüşü olmayan biçimde yok etmek. Ve böylece Spinozist temele tümü ile sırt çevirmek “Bir”liği parçalamak.
“İnsan emperyal olmaktan vazgeçebilir mi?”
Felaketin ortasında, Jankélévitch’in uyarılarının çoktan aşılmış olduğu yerde çıkış yolu bulmak… Belki yeni bir egemenlik peşinde olmadan, Spinozyen anlamda gerekliliği inkâr etmeden, tabiatında sadece bir parçası olunduğunu kabul ederek “miktar ve çok’un” dünyasından vazgeçerek haz ve hızın ötesinde gerçek entelektüel dünyada;
İnsan emperyal olmaktan vazgeçebilir mi?
Mümkün mü artık?
Deneyecek başka yol olmadığına göre!
Bu bir yoksullaşma değil, gerçek bir zenginleşme olacak diye anlatılabilirse.
Bu bizi kendi yarattığımız esaretten tek kurtarma yoludur denebilirse…
Yoksullara biraz daha fazla bolluk, zenginlere daha az. Dayanışmacı bir bolluk.
Bireysel ve gereksiz bir farklılığı reddederek entelektüel etkinliğin içinde yaşamanın lezzeti ancak insanı “çok’tan” azat edecektir.
Kim bilir affolunur muyuz o zaman?
Metin Sarfati
-Az’a Övgü aylık felsefe dergisinin Ağustos 2020 1. sayısında yayımlanmıştır.