Sadece kendi tabiatının zorunluluğu ile
var olan özgürdür.
Spinoza
Giriş
Özgürlük, ele alınacak problematiğe göre iki boyutta analiz edilebilecektir. Spinozyen kalıplar ve perspektif içinde ele alındığında “özgür şey”, “gerekli şey” ve “zorunlu şey”in tanımının yapılması önemli olacaktır. Bu durumda nedensellik ve madde kavramlarının önce ayırdına varılması, sonra birleştirilmesi gerekecektir. Devam edildiğinde, özgürlük bir yeti olarak ele alınmadan, bizzat özgür denen şey’e yönelinmesi gerekecektir; özgürlüğü tartışılacak şey’in tabiatına yönelinecektir.
Şey’in tabiatını tartışmak şey’in varlığını tartışmak demek olacaksa, bu şey’in gerçekliğini de tartışmak anlamına gelecektir. Bu, ardından bizi şeyin özgürlüğünün gereklilik ve zorunluluk ile ilişkisine getirip bırakacak ve problematiğin özüne taşıyacaktır; özgürlük ile özgürlüğün illüzyonu nasıl ayırt edilecektir?
Çünkü La Boétie’den1 Spinoza’ya, oradan Schopenhauer’e2, Feuerbach3, Marx’a ve mesela Orwell4’de en azından öğrenilmiş olunmalıdır ki; gerçek kölelik zamanımızda görüntüdeki değil, onun içindeki özde yatmaktadır. Bunun tarihsel bilincinin oluşmaması, özgürlüğün illüzyonuna ve modern zamanların köleliğine teslim olunması sonucunu getirecektir. Bugün gelinen yer budur. Bu özgürlüğün hayaline ve bunun gerçek olduğu propagandasına teslim olunması ile mümkün olmaktadır. Modern zamanların narsisizminin egemenliği de bu bilinç karartmasında önemli rol oynayacaktır.
* * *
Özgürlük illüzyonunu özgürlüğün kendisinden ayırabilmenin çağdaş köleliğin aşılmasında önemli olduğu düşünülmektedir. Bunun için Spinoza5 ile Schopenhauer’in varlık analizlerinden yola çıkmak tercih edilecektir. Doğal olarak bu seçim kendi tercihimiz olmakla birlikte, belirtmek gerekir ki; bu iki filozof arasında genel olarak bir düşünce özdeşliği kurmaya dayanmayacaktır. Amaç, sadece filozofların özgürlük yanılsamasına ilişkin olarak gördüğümüz ortak tespitlerinden hareket etmektir. Ayrıca saf bir felsefi analiz yapılmasından çok, amaçlanan bugünün dünyasında eksikliğini hissettiğimiz ve zenginleşmeye kurban edilen özgürlük sorununa aklın projektörünü tutmaktır.
Bu bize ilk bakışta ilgisiz görünse de, teolojinin kendisine götürecektir öncelikle. Çünkü büyük illüzyonun kaynağı orada oluşmuştur; yanılsamanın göksel kaynağına değinmek gerekecektir. Bu da Spinoza’nın teolojik-politiği ile mümkün olacaktır. Devamında veya beraberinde Schopenhauer’in istenç analizlerinden yararlanılacaktır.
Gelinmek istenen asıl aşama ise “bir bilim olarak büyük illüzyonun”; iktisatın, Gauchet’nin6deyişi ile yarattığı hayal kırıklığı (desillusionisme) olacaktır. Doğal olarak bu eleştiride Spinoza ile birlikte Marx7ve sonraki düşünürlerden yararlanılacaktır.
Yanılsamadan Özgürlüğün İllüzyonuna
Tümü ile katılmak zorunlu olmayacaktır ama Schopenhauer’in felsefeye biçtiği giysinin tümünü görmezden gelmek filozofa haksızlık olacaktır. Felsefe, özellikle istenç (volonté) teorisi ile şeylerin ne olduğundan çok ne olmadıkları ile ilgilendiğinde “hiç” in incelenmesidir denebilecektir. Hiç, insanların doğruluğundan çok emin olduklarını sandıkları ve bunun verdiği güvenle üzerine çok da derinliğine düşünmediklerini kapsar diyebiliriz. Bireysel ve toplumsal hayatlarına yön vermekte kullanacakları kavramlardır bunlar; geçmiş, gelecek, nedensellik, yazgı ve özgürlük bunların en belirleyici olanlarıdır.
Hatta Schopenhauer’in bizim de desteklediğimiz analizine göre özgürlük tüm diğerlerinin yanında, yanılsamacı içeriği en güçlü olandır. Bu hayal insan varlığının, onun yaşıyor olmasının kaçınılmaz bir öğesi olacak ve özellikle modern zamanlarda inanca dönüşecektir.
Şöyle diyecektir Schopenhauer: “İnsan istediğini yapabildiği için kendini özgür zannedecektir ama yanılsama içinde olacaktır. Naif bilinç için özgürlük istencin bizzat içinde yer alır.”
İstenç istenileni yapabilme yetisidir. Ama istenileni istenilir hale getiren nedir diye soracaktır filozof. İktisat bilimi için bu kadar derinliğine düşünme söz konusu olmayacaktır. Özgürlük onun için tercihte bulunabilmekten ibarettir; “Mal demetleri arasında tercihte bulunabilen rasyoneldir, öyle ise özgürdür.”
Halbuki felsefe için daha ciddi bir sorun olacaktır bu. Descartes’tan Spinoza’ya, oradan Schopenhauer’e bu özgürlük yaklaşımı hiçbir gerçeklik ifade etmeyecektir. Hatta özgür akıl (libre arbitre) dikkatle izlendiğinde anlaşılacaktır ki, özgürlük bir hayalet olacaktır düşünmek isteyen insan için.
Spinoza tabii ayrılacaktır Schopenhauer’den. Daha da radikal olabilecektir bir anlamda hatta.(8) Özgürlüğü zorunluluk ve gereklilik ile birlikte ele alacaktır; özgürlük genel olarak sanılanın aksine gerekliliğe karşıt olarak düşünülmeyecektir. Özgürlük varlığın kendi, öz tabiatının gereklerine uygun düşendir. Zorunluluk gerekliliğin bizzat kendisi değildir. Zorunluluk, zorunlu olanın tabiatına dışarıdan yapılan müdahale ile oluşandır. Bu durumda gereklilik özgürlüğün karşıtı değil, özgürlüğün içinde gelişendir.
Bu tespit son derece önemlidir. Özgürlüğün mutlak olarak düşünülmesinin nasıl yanıltıcı ve yanılsama yaratıcı olduğunu göstermektedir.
Schopenhauer’e dönersek; insan ancak tercihten sonra karar verebilendir. Tercih kaçınılmaz olarak isteğinin (gücünün) tercihi olacaktır. Bu tanımlamadan açıkça görülmektedir ki; bu durumda özgür aklın (libre arbitre) bir müdahalesi yoktur. Özgür akıl karar sürecine dahil değildir. İsteklerin, iştahların, arzuların bir çatışması vardır. Tutkuların bu çatışmasında insan sadece seyirci olacaktır. En güçlü olan istek burada öne çıkacak ve karar onun sürükleyici gücüne bağlı olacaktır. Aynı istek ertesi gün daha güçlü bir istek karşısında silinecek ve yerini bir başkasına bırakacaktır. Bu durumda istencin (volonté volition) de aslında bir tutkudan başka bir şey olamayacağı açıktır diyecektir Schopenhauer.
Öyle ise nasıl özgür olunacaktır?
* * *
Çok döneceğiz kaçınılmaz olarak özgürlüğün ve yanılsamasının analizine. Yine de iktisadın kavram olarak ve bu dünyaya ait bir bilme (connaissance – knowledge) şekli olarak bize şimdilik de olsa yol gösterici olacağına kuşku yoktur.
Teolojinin özgürlüğünden felsefe yapmanın özgürlüğüne
Prometheus
Tanrılar? Ben bir Tanrı değilim
Yine de bir tanrı kadar anlam yüklü
bende
Sonsuz? Muktedir?
Beni bizzat kendimden ayırabilir misiniz
Beni bir dünya kadar büyük bir hale
getirebilir misiniz?
Mercure
Ya kader?
Prometheus
Onun gücünü kabul ediyor musun?
Ben de!
Hadi git benim işim kölelerle değil.
Nerede ise Maimonides dahil tüm bir Orta Çağın teolojik özgürlüğü yukarıda ele alınan Spinozyen ve Schopenhaueryen özgürlük eleştirisinin (tüm çelişkilerine rağmen) ortak paydasına uygun düşecektir; insanın köleliğinden bahsedecektir Goethe Prometheus’ta.9 Özgürlük kölelikle koşuttur bu çağda ve ikincisi birincinin içine saklanmaktadır.
Spinoza da Maimonides’in izindedir önceleri. Koparacaktır kısa sürede bağını; artık 18. ve 19. Yüzyılın lanetli filozofudur. “Özgürlüğe gidişin” yollarını araştırmaya başlayacaktır. Büyük yapıtı Etika’ya10ara verecektir bunun için. Yaşadığı ülkenin özgürlük ve demokrasi yanlısı cephesine destek vermek isteyecektir. Ve kim bilir belki onu sürgüne yollayan Yahudi dinsel liderlerle hesaplaşmayı hayal etmektedir Tanrıbilimsel Politik İnceleme’sinde. Kutsal kitabı sadece kutsal kitaptan yola çıkarak değerlendireceğini söyleyecek olan Spinoza için temel sorun özgürlüğe giden yolları açmaktır. Descartes modern zamanlara doğru açılan kapıyı geri dönüşsüz bir şekilde aralamıştır, şimdi sıra radikal rasyonalist Spinoza’dadadır. Kendisini itham edenlere, felsefe yapmanın özgürlüğü din için tehlike olamayacağı gibi devletin varlığı için de tehlike olmayacaktır diye seslenecektir filozof. Buna karşılık bu özgürlüğün kaldırılması dinsel inancın bizzat kaldırılmasının nedeni olacak ve hatta devletin barışını tehlikeye atacaktır.
Filozof sanki dünden bugünü uyarmıştır.
Teolojinin neden olduğu yanılsamayı belirtecektir. İnsanın ancak zorunlulukları ölçüsünde özgür olabildiğini yazacaktır aslında bir anlamda. Zorunluluklar, gereklilikler olmayacaktı sadece, “eksik olan” varlığa, dışarıdan dayatılanlar olacaktı. Spinoza’nın etkisindeki Marx’ta11 somutlaşacaktı bu söylenenler. Varlığın özgürlüğü bu kez içsel gerekliliklerle değil dış zorunluluklarla sınırlandırılacaktı. Varlığın özgürlüğü güçleşmiştir artık. Rasyonalitesi kullanılamaz durumdadır.
Feuerbach Marx’a da ilham olacak yapıtında yazacaktı. Aslında insanın kendi arzularının tutsağı olduğunu yazacaktı “Hristiyanlığın Özü”nde. İnsanların kendi maddi dünyalarının hayal ve özlemlerini yansıttıklarını söyleyecekti. Dinsel olgular bu hayal ve özlemlerin ters yüz edilmiş hallerinden ibaretti. Dinsel olgu gerçeği değil insan yanılsamasını yansıtmış olacaktır.
Teolojinin öğretisi, rasyonaliteye bir yerden sonra izin vermeyecektir. Hem kendi doğasının gereklerini kavrayamayacaktır insan, hem de dışardan gelecek zorunlulukları sezemeyecektir. Varlık varlığını ayırt edemeyecektir hatta ama bu özgürlüğün ilk şartıdır. Teolojinin öğretisi doğası gereği insan bilincinde bu izdüşümlerin hepsini engelleyecektir.
Bir kez rasyo üzerindeki yasak kaldırıldığında teolojinin bizzat temelleri zayıflayacaktır. Açıktır ki; dinin temelleri akılda değil, indirilmiş olanda somutlaşacaktır. Spinoza’nın dediği gibi isteyen (birey veya toplum) kurtuluş yolunu teolojide, isteyen felsefede arayıp bulabilecektir. Fakat özgürlüğün zorunluluk koşulu, aklın teolojinin vesayeti altına girmemesi ile mümkün olacağını gösterecektir.
Aklın teolojinin vesayetini kabul etmesi; tabiatın tümünü illüzyon içinde bırakmasıdır. Bu bir yandan Spinozyen anlamda özgürlüğün gereklilikle çelişmemesi prensibini bireyin anlamasını zorlaştıracak; kendi öz tabiatı ile uyumlu davranma ilkesinin anlaşılırlığını yok edecek, diğer yandan özgürlüğün zorunluluk şartını da işlevsiz hale getirecektir. Dışarıdan kendini dayatan zorunluğun nasıl anlaşılacağını ve nasıl aşılabileceğinin araştırılmasını zorlaştıracaktır.
* * *
Her zaman değilse de kamu otoritelerinin dinsel otorite ile birleşme nedenleri, yanılsamayı yoğunlaştırıp insan zihninin Spinoza’nın anlattığı gibi; hem gerçek bilmeye (connaissance, knowledge) erişmesinin hem de rasyonun kullanımının engellenmesidir.
Yapılacak, bilme ve araştırma özgürlüğünün kamu otoritesine ve dinsel otoriteye karşı savunulmasıdır.
Özgürlüğün temel nedeni, yanılsamaların ve yanılgıların gün yüzüne çıkarılabilmesidir. İnsan korkularının sona erdirilmesidir. Fakat bilmek gerekecektir ki tam bu sırada Schopenhauer’in işaret ettiği gibi aklın özgür eylemi (libre arbitre) yerini, tutkular, istekler ve duygular demetinin karşılamasına bırakacaktır. Buna sahne olacak olan teolojide istenç, ancak bir seyirci konumunda kalacaktır.
Spinoza tekrar tekrar işaret edecektir; felsefe teolojiye boyun eğmeyeceği gibi, akıl da inanca boyun eğmeyecektir. Özgürlüğün temel kuramını geliştirdiği dev yapıtı “Etika”nın ötesinde “Teolojik-Politik İnceleme” ve “Politik İnceleme”sinde12 de ısrarla vurgulayacaktır bunu filozof.
Felsefesinde sürekli var oluştaki bütünselliğe işaret etmesine rağmen, insan ruhuna ilişkin gözlemlerinde bir homojenliğin varlığına karşı çıkacaktır Spinoza; İktisat teorisinde (genel olarak) ifade edilenin tersine, sıradan insan doğasında aklın geçerli olmadığını, rasyonalitenin bir ön kabul olarak varsayılamayacağını düşünecektir. İnsan ruhundaki bu halin kaçınılmaz olarak tabiatta da aynı olduğuna ve durmaksızın insan rasyosuna göre işleyen bir düzenin olmadığına dikkat çekecektir.
Böylesine çelişkili bir ruh halinin aşılması önce özgürlüğün bizzat kendini gerektirecektir. Ancak ondan sonra veya onunla birlikte etik var olabilecektir. Etik özgür bir ruh halinin ürünü olabilecektir.
Ruhun özgürleşmesi, itaatin önsel olarak reddi ile mümkün olacaktır. İnsan topluluğu, Spinoza’nın haklı olarak belirttiği gibi itaate ve boyunduruğa çok müsaittir. Bu boyunduruk iki yanlı olacaktır.
Öncelikle gerekliliğin gerekliliğini algılayamayacak, özgürlüğün illüzyonist (yanılsamacı) tanımını benimseyecektir. Bu onu siyasi-dinsel-iktisadi yöneticinin kışkırtmalarına ve sahte vaatlerine açık hale getirecektir. Bu dünyaya ve sonrasına ait yapılabilecek tüm vaatlerin beklentisinde olacaktır. Fareli köyün kavalcıları için bu beklenti, büyük halk çoğunluğunun itaatinin temelini oluşturacaktır.
Teolojik doktrin bilerek veya bilmeden bu durumun düşünsel temelinin oluşturucusudur. Tanrıyı her şeye muktedir olarak tanımlayacaktır teolojik yaklaşım. Özgürlüğü sonsuz muktedirliği ile orantılı olacaktır.
Yanılsamanın temelinde bu yaklaşım olacaktır. Spinozyen felsefede ise tanrının özgürlüğü dahi “kendi tabiatının zorunluluğu ile var olan” diye tanımlanacaktır. Aslında yapılmak istenen özgür iradenin kendi gereklerini ve sınırlarını belirtmektir. Böylece vaatler dahi sonsuz olamayacak, korku ve güç kaynaklı bir itaat de mümkün olamayacaktır; özgürlüğün yanılsaması değil bizzat ve somut olarak doğal, tarihsel ve nihayet psikolojik dinamikleri içinde kendisi var olacaktır.
Ayrıca Schopenhaueryen tuzağa düşülecek duygu ve tutkular demetinin oluşturduğu istekler ve sonra istenç (irade)’in özgürce alınmış kararları yansıttığı düşünülecektir.
İkinci olarak insanın eksikliği (finitude) gözden kaçırılacak, dış ve doğal zorunluluklar dikkate alınmadan özgürlük mümkün olduğu düşünülmek istenecektir.
Sonuç olarak itaatkarlık dinselliğin zihinsel alt yapısını hazırlayacak ve içsel gerekliliklere olduğu kadar dışsal zorunluluklara da uygun toplumsal ve bireysel karakteri hazırlayabilecektir.
Bir arzu olarak iktisadi büyümeden bir inanç olarak iktisadi büyümeye
İnsanın hayatının maddi verilerini bilememesi onu büyük yanılgılara sürükleyecektir
Georges Bataille
Spinozyen-Schopenhaueryen “yanılsamanın” ve onun getirdiği arzu yanılgısının bir takipçisi olacaktır Bataille;13 günümüzün toplumuna tutacağı kuvvetli projektörün ışığı yardımcı olacaktır. İktisatın ve kültürünün deşifre edilmesinin, gizinin çözülmesinin, onun iç ve dış yanılsamalarının tutsağıdır günümüzdeki temel köleliğin Orwellyen diyebileceğimiz görünmez mekanizmalarını inşa eden ve görünmez olanı görünür olanın altına ustaca gizleyen.
Bataille’ın ileri sürdüğü varsayımın doğruluğu kuşkusuz tartışılabilecektir. Yine de çağın illüzyonunu anlamakta çok yararlı olacaktır. Aslında yapılacak olan bir anlamda Schopenhauer’i takip etmek olacaktır; hiç anlaşılmaya çalışılacaktır, hiç’in egemenliğinin gücünü nerden aldığı onun üzerine despotluğunu kuranların gizinin çözülmesi için önemli görünmektedir; insan uygarlıkları çok basit bir enerji prensibi temeli üzerinde yükselir. Güneş ışınıdır büyük enerji kaynağı. Delicesine peşinden koşulan zenginliğin de ilk kaynağı güneştir. İnsan bir hepçil (omnivore) olarak tarihsel süreçte iyi beslenme sırasında genel olarak birinci gelecektir. Bu ona fazladan tüketme olanağı verecek, onun lüks dediğimiz tüketime geçmesini sağlayacaktır.
Uygarlığın dinamikleri arasında lüks olanın gücü büyük bir albeni, güneşli bir çekim yaratacaktır. Bu fazla (bir anlamda artı değer)’nın çılgın tüketiminden ibaret olacaktır. Bataille’a göre bu dünya üzerindeki yaşamın hikayesi böyle kurulmuştur.
Değişik bir yaklaşımla olsa da iktisat biliminin kuruluşunu ve fizyokratları hatırlatmayacak mıdır bu anlatı bize. Hatta Montchrestien’in ekonomi politiği ilk kullandığı kitabını hatırlatmayacak mıdır? Onun da Quesnay’in14de temel sorunu zenginliğin (lüksün) üretimi ve bölüşümü (daha doğrusu) ona el konulması olmayacak mıdır? Çılgın tüketimin erdemi! Voltaire ile Rousseau arasında az çatışma konusu olmayacaktı.
Ama önce “büyük yanılsama”yı çözmek gerekecektir. İktisata değil felsefeye başvurmak gerekecektir bunun için. Schopenhauer felsefenin konusu hiç’tir derken illüzyonu (hiç)’i ortadan kaldırmayı kast etmişti.
Bataille nerede ise Quesnay gibi anlatacaktır; asıl olan lüksün (hiç)’in gelişimidir. Ve lüksün (bir anlamda fazlalığın, bir anlamda artı değerin) üretilmesi gittikçe daha pahalı olacaktır.
Ayrıca altını çizecektir Bataille, insan toplulukları sahip oldukları fazlalık enerjiye tamamen keyfi– despotik bir biçimde el koyacaktır.
Anlaşılıyor ki Bataille’ın anlatısından büyük el koyma, lüks arzusunun çılgına çevirdiği insanın üstesinden gelemediği bir yanılsamanın tatmini içindir. Yoksa iktisat
illüzyonun veya hiç’in bilimi midir?
Düşünmeden edilemeyecektir. İktisatçı itibar etmeyecektir bu türden anlatılara ama bilmek gerekecektir “Bornéo bezirgan”ını. Diderot15 anlatacaktır. Bornéo adasına çok tanınmış bir bezirgan gelecektir bir zaman önce. Birçok hastalığa iyi gelen bir ürün satmaktadır. O kadar rağbet görür ki sattığı, mağazasında bir tane bile kalmaz. Talan edilir dükkanı. O zaman tüm halkı toplar ve güzel bir söylev verir. Sattığı ürünün aslında hiçbir şeye yaramadığını söyler. Kral bunun üzerine onu çağırtır ve yasaya göre astırır.
Bu bezirgan, bir filozoftu.
Diderot bu hikayeyi basılması için fizyokratların yayın organı “Ephemeride des citoyens”e verecekti.
Hiç’in anlamına dair Bataille şu örneği verecekti; Aztek’lerin muhteşem piramitlerinin tepesinde, çalışmaktan tükenen insanlar kurban edileceklerdi.
Kurban, Bataille’da Girard’ınkinden biraz farklı bir anlam taşıyacaktır. Bu seçilen şiddet, tüketimim bir kısmında bulacaktı kaynağını; lanetlenmiş kısım olacaktı bu.
İktisadın düzeninde belki de büyüme olacaktı bunun ismi.
Bataille’ın tezine katılıyoruz; genel olarak büyüme yok diyor filozof. Fazlalık enerjinin (artı) lüks bir yolla tüketimi var ancak.
SONUÇ:
Göz renginin, sağlığın ve kimi yeteneklerin seçilemediği gibi birçok şey insanlar için bir veriden ibarettir ve bunlar insanlardaki eğilimleri, tutkuları, ihtirasları oluştururlar. Schopenhauer’in dediği gibi bunların hiçbiri aslında bize ait olmadığına göre, isteklerimiz de bize ait olmayacaktır. Öyleyse; özgür aklın eşliğinde alınan kararların varlığını nasıl iddia edebiliriz. Hatta özgür aklın tanımını bile nasıl yapabiliriz.
Bu durumda iktisadi büyümenin özgür ve bilinçli bir kararla alındığını kim söyleyebilir.
Sonunda elde edilen uğruna verilen Aztek kurbanları bir hiç’in zenginliği ise, gerçek bir büyümeden nasıl bahsedebileceğiz?
Galiba Bataille’ın dediği gibi, toplumlar imkanlarının sonuna kadar gitmeden duramıyorlar ama farkında değiller kendilerini yöneten yasanın. Çalışmalarıyla elde ettikleri fazlalığı, farkına varmadan savurganca yok ediyorlar, hatta birbirlerini de.
KAYNAKÇA
1. La Boétie, Etienne de. (2015). Discours de la servitude volontaire. Paris: Flammarion.
2. Schopenhauer, Arthur. (2020). Essai sur le libre arbitre. Paris: Books on Demand.
3. Feuerbach, Ludwig. (1992). L’Essence du christianisme. Paris:
4. Orwell, George. (2015). 1984. Paris: Gallimard.
5. Spinoza. (1997). Traité théologico-politique. Paris: Flammarıon
6. Gauchet, Marcel. (1985). Le désenchantement du monde: Une histoire politique de la religion. Paris: Gallimard.
7. Karl, Marx. (2014). Le Capital. Paris: Puf.
8. Strauss, Leo. (1991). Le testament de Spinoza. Paris: Cerf.
9. Georges, Dwelshauvers. (2009). Le Prometheus de Goethe. Paris: BiblioBazaar.
10. Spinoza. (2020) oeuvres IV – Éthique. Paris: Puf.
11. Karl, Marx. (2012). İktisatta Bir Hayalet. İstanbul: İletişim Yayınları.
12. Spinoza. (1955). Oeuvres complètes. Paris: Nrf
13. Bataille, Georges. (2012). Les larmes d’Eros. Paris: 10 X 18.
14. Citton, Yves. (2001). Portraıt de l’économıste en physıocrate: Critique littéraire de l’économie politique. Paris: L’HARMATTAN; HARMATTAN edición.
15. Diderot. (2021). Ephemeride des citoyens. Paris: Nabu Press
Görsel: Andrew Wyeth – “Looking out” 1983
*** İktisat ve Toplum dergisi Mayıs sayısında yer alan “Özgürlük Yanılsama” yazısından.