Düşünsel varlığı da onun bütünlüğünün eşit ağırlıkta önemi olan bir parçasıdır. Salt zenginleşme (daha çok mal üretmek, sahip olup tüketmek) bu durumda uzamsal ve düşünsel bir varlık olarak insanın sadece bir yönünü geliştirecek ve ortaya garip bir yaratık çıkacaktır.
Alıcısı olmayan bir mal olarak var olan: Özgürlük
İktisat, insan özgürlüğünü sadece seçim yapabilme, ya da “özel girişim serbestisi” özgürlüğü olarak görme eğiliminde. En iyi olasılıkla, Isaiah Berlin’in kısıtlara uğramamak anlamında kullandığı “negatif” özgürlük kavrayışı, ana akım iktisadın temel bakış açısını oluşturuyor. Bu kavrayış en iyi temsilcisini, kuşkusuz, Jeremy Bentham’dan miras alınan “faydacılık” düşüncesinde buluyor. İnsan, akıl sahibi bir varlık olarak, kendisi için en iyinin ne olduğunu bilecek kapasitede; kendisi için iyi olanı tanımlamak için başka bir otoriteye de gerek duymuyor. Dolayısıyla bir etik yaklaşım olarak, kendisi için iyi olanın peşinde gitme özgürlüğüne sahip olmalı.
Ancak gerçekten özgürlük bu kadar dar anlamda mı ele alınmalı? Örneğin, “başka türlü davranabilir olma” ya da hatta “hayır” diyebilme olanağı; “kendi kendisinin efendisi olmak” ya da kendisini “belirleyecek” güce sahip olması anlamında “pozitif” özgürlük ya da “özerklik”; insanın kendi olanaklarını gerçekleştirebilmesini sağlayacak koşulların yaratılması anlamında “toplumsal özgürlük”; kendi özünü, olanaklarını gerçekleştirmesi sonucu erişilebilecek “iyi yaşam”, hatta giderek, insanı özgürlüğünden eden koşulların ortadan kaldırılması anlamında “kurtuluş” (emancipation) düşünceleri özgürlüğün farklı anlamları ya da hiç değilse farklı boyutlarına göndermede bulunuyor. Bu yüzden çoğu zaman üzerinde düşünmeden kullandığınız özgürlük kavramı aslında, insan için “anlamlı olan”, ahlaki bakımdan da önem taşıyan eylemleri kısıtlayan, dışsal ve içsel engellerin ortadan kaldırılması anlamında çok boyutlu bir kavram. Ne yazık ki, iktisadın kendisini yalnızca seçim yapma özgürlüğüyle kısıtlaması, dünyaya son derece dar bir pencereden bakması sonucunu veriyor. Bu da aslında iktisadın çok boyutlu bir varlık olarak “insanı” büyük ölçüde gözden kaçırması sonucunu veriyor.
Doğrudur, faydacılık ve optimizasyon davranışını temel alan iktisadi bakış açısı, insanlık tarihinde görülmemiş boyutta bir maddi zenginliğin yaratılmasında araçsal bir rol oynamıştır. Ancak böyle bir ortam içerisinde, insanın kendisini giderek daha fazla yalıtılmış, güçsüz ve “yabancılaşmış” hissetmesi, hatta “köklerini” yitirmiş halde kendisini bulması da günümüzün en önemli sorunlarından birisi. Belki de asıl yapmamız gereken, özgürlüğümüzü yalnızca yaptığımız seçimlere göre değerlendirmek, böylelikle de kendimizi “köşeye boyamak” yerine, Aristoteles’in hatırlattığı gibi, her şeyden önce “politik hayvanlar” olduğumuzu yeniden hatırlamaktır, kim bilir?
* * *
Tüm yetersizliği ve neden olduğu büyük sorunlarla birlikte kabul etmek gerekir ki; dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de 20. yüzyılın ortalarından bu yana zenginlik üretiminde ciddi bir yol alınmıştır. Kuşkusuz bu üretim, toplumdan topluma büyük farklılıklar göstermiş, zenginliğin dağılımı da hem ülkeden ülkeye hem de her toplumun kendi içinde büyük eşitsizliklerle gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte insanın salt maddesel bir yığın olmadığına kuşku yoktur. Düşünsel varlığı da onun bütünlüğünün eşit ağırlıkta önemi olan bir parçasıdır. Salt zenginleşme (daha çok mal üretmek, sahip olup tüketmek) bu durumda uzamsal ve düşünsel bir varlık olarak insanın sadece bir yönünü geliştirecek ve ortaya garip bir yaratık çıkacaktır. Eski canavarlar düşecektir akla.
Lyotard’ın da Heidegger’ın de sık sık bahsettiği bu “kendisi kendisinden ibaret” insan “gerçek özgürleşmenin” tadından ve anlamından uzak tutulduğunda ruhsal varlığını algılayamayacak, onu geliştirmenin yollarını aramaya dahi soyunmayacaktır.
Bu tek yanlı büyüme bugünün yeni köleliği olarak öteden beri var olan esaret biçimlerine yenisini ekleyecektir; özgürlüğün eksikliği bugünün toplumunu kendi gri rengine boyayacaktır. Sanılacaktır veya zannettirilecektir ki bu renk asıl olandır.
Sorun içinde yaşadığımız coğrafyada daha da ağırlaşmış olacaktır. Özgürlük alıcısı olmayan bir pazara mal sunmak gibi algılanacaktır bu topraklarda. Üstelik tehlikelerle dolu bir pazar olacaktır bu. “Malın” anlatılması olanağı da olmayacaktır. Bu coğrafya anlatmanın, ifadenin, alternatifin dile getirilmesinin iyi bir gözle görülmediği bir coğrafyadır öteden beri.
Gri koyuya boyanacaktır buralarda. Spinoza’yı tanıyor olmalıydı buraların egemeni! “İnsanlar ilk elden anlamazlar genel olarak, onun için sürekli anlatmak sürekli tartışmak gerekir.”
Onun için anlatmaya çalışacaktı hayatı boyunca özgürleşmeyi.
Zor iş olacaktır bir Spinoza’nın, bir Descartes’ın geçmediği topraklarda karanlığı anlatmak.
Yaşlı balık uzakta yüzen iki genç balığa sorar, sular nasıl oralarda der. Genç balıklar gülüşürler. Biri diğerini kulağına eğilir, bu ihtiyar nerde su görüyor diye fısıldar.
Bu genel düşüncelerden hareketle, bu sütunlarda bir “özgürlük” tartışması başlatmaya koyulduk. Herkesi katkı vermeye davet ediyoruz.
*** İktisat ve Toplum dergisi Mart 2021 sayısında Metin Sarfati ve Hüseyin Özel’in birlikte kaleme aldığı Özgürlük ve Ekonomi Politik adlı yazıdan.
Anahtar Kelimeler: özgürlük ve ekonomi politik, özgürlük tartışması, kendi kendisinden ibaret olan insan, salt zenginleşme uğraşı, iktisadın özgürlükle ilişkisi, Spinoza,negatif özgürlük, faydacılık, yeni kölelik, modern kölelik, gerçek özgürleşme, Lyotard, Heidegger, pozitif özgürlük, özerklik, kurtuluş, bu topraklarda özgürlük, özgürlüğün doğası, özgürlüğün anlamı, özel girişim serbesti, maddi zenginlik, faydacılık, zenginlik ve eşitsizlik