Fransızlar neden Jerry Lewis’i sever? Havra’da dualar neden yüksek sesle okunur? Spinoza’nın kitaplığında hangi kitaplar vardı? Rablelais’in kral için hazırladığı “zehir” ne içeriyordu? Bilim adamları halk denetiminde olmalı mı? Bütün liberal günahlar neden Adam Smith’e yüklendi? Osmanlının Yahudilere gösterdiği “tolerans”ın arka planı neydi? Zweig ile Kafka asansörde kapalı kalsa ne konuşurlardı? Abelard ile Heloise’in aşkı aşılabilir mi? Marks’ın “Yahudi Sorunu”nu ele alışındaki sorunlar, Maimonides’de İbni Sina etkisi, Gnostik düşüncenin “Romantizm”de yeniden dirilişi… Issız adaya düşsen Efraim Kishon’mu yoksa Aziz Nesin’mi yanında olsun isterdin?
Yukarıda saydıklarım ve bunlar gibi yüzlerce konuyu/soruyu konuştuğunuz bir arkadaşınızı kaybetmek kelimenin tam anlamıyla “eksilmedir”. Bu fikir arkadaşlığına bir de “samimi bir dostluğu” ekleyin, o zaman belki doğan “boşluğu” sizlere bir nebze hissettirebilirim. Bundan dolayı Sevgili Metin Sarfati’nin ölümü benim için çok sarsıcı oldu.
Son yıllarımız sayısız sohbetler, paylaşımlar birlikte hayal kurmalar ile geçmişti. Poseidon Felsefe Feneri’nin destekçisi ve hocalarındandı. Ortak faaliyetlerimiz arasında seminerler düzenlediğimiz, Özgür Üniversite, Odtümist, İktisat Mezunları Cemiyeti, İstanbul Tabip Odası etkinlikleri ilk aklıma gelenler.
Dışa dönük bu etkinlikler buzdağının görünen kısmıydı. Bu etkinliklerde ortaya koyduğumuz düşüncelerimizi “pişirdiğimiz” ortak fikir bir mutfağımız da vardı. Ve işin asıl keyifli ve benim için geliştirici kısmı burasıydı. Düşüncelerimiz, tezlerimiz, yaklaşımlarımız arasındaki ciddi ayrılıklara rağmen ilerletici bir tartışma dinamiğini hep koruduk. Mutfak ortak ama yemekler farklıydı. Yoksa bu bitmeyen geliştirici tartışma süreci devam edebilir miydi?
Genellikle haftalık (yaz aylarında ayda bire düşen) görüşmelerde tarih, edebiyat, felsefe, siyaset ekseninde yüzlerce konuda “quodlibet” tartışmalar yaptık. Bunlar bir “hümanist” ile bir “aydınlanmacı”nın kılı kırk yaran sohbetleriydi. Ancak “sohbet” kelimesi sizi yanıltmasın, tarafların hatır ya da tolerans adına tezlerini sulandırmadığı, “kısa kırmadığı” gerçek tartışmalardı.
Bu sohbetlerin ötesinde “Entelektüel” üzerine ortak bir çalışma da hazırladık. Bu çalışma “Ortaçağ’dan Günümüze Entelektüel’ in Serüveni” başlıklı bir seminer dizisine evrildi. Hazırlığı gibi sunuşu da Özgür Üniversite’de birlikte gerçekleştirdik. Hiç bitmeyen konumuz içinde yaşadığımız coğrafyanın (Bizans’ı da işin içine katsanız bile) değişmeyen entelektüel fakirliği idi. Üstelik kendimizi de ayrı tutmuyorduk bu çoraklıktan, biz farkında olanlardık.
Yapamadıklarımızı saymaya ise sayfalar yetmez. Yarım kalan “Der Rerum Natura” okuması ve “commedia dell’arte ile orta oyunu üzere karşılaştırmalı çalışma” şu an hatırıma gelenler.
Paranın değil felsefenin yolunu seçen bir Yahudi entelektüel, (yine de ortak hesabı öder ama bahşiş bırakmazdı, o detay bana kalırdı) safkan bir hümanist, bir hayvan dostu, bir merak küpü ve çalışkan bir düşünür yıldızlara karıştı. Metin Sarfati iyi ki yaşadı.