Metin Sarfati, öncelikle bir iktisadi düşünce tarihçisiydi. 2007’de kurulan İktisadi Düşünce Girişimi’nin kurucuları arasında yer alan Metin Hoca, düzenlenen hemen hemen bütün çalıştaylara sunum yaparak katıldı; Girişimin yayınladığı kitapların hepsine de yazılarıyla katkı yaptı. Hocanın ilgi alanı daha çok, 18. Ve 19. yüzyıllarda politik iktisadın ortaya çıkışı ve gelişmesi ve yerini Neoklasik iktisada bırakması süreci idi. Ancak Sarfati’nin çalışmalarına bütün olarak baktığımızda, bu süreci ele alırken yalnızca iktisadi metinlere değil, aynı zamanda da felsefi ve edebi metinlere yaslandığını, iktisadın doğuşu ve gelişmesini, dönemin felsefi ve estetik artalanına dayanarak analiz ettiğini görüyoruz. Böylesine geniş soluklu bir yaklaşım, Metin Sarfati’nin iktisadi düşünce tarihine yaptığı katkıların boyutunu görmemizi sağlıyor.

Bu çalışmaların temel analitik çerçevesi, onun ilk kitabı “Ekonomi Politiğin İnsanı” “Kim”dir? (Sarfati, 2010) yapıtında yetkinlikle çiziliyor. Ekonomi Politiğin ortaya çıkışı ve 19. Yüzyıl sonunda yaşadığı dönüşümün temelinde, yeni bir insan tipolojisinin, kendisini özellikle “ben” olarak, “özne” olarak görmeye başlayan bireyin ortaya çıkışı ve dönüşümü yer alıyor. Modernitenin temelinde yer alan, kendisini Aydınlanmayla görünür kılan bu dönüşüm, birey olma bilinci ile özgürlük düşüncesinin gelişiminin yanısıra, “kutsalın” bilim ve siyasetin dışına itilmesinin de bir ürünü aynı zamanda. Sarfati, “ben” in ortaya çıkışını anlatırken, Moliere’den aldığı, zaman zaman konuşmalarında da tekrarlamaktan hoşlandığı şu anekdotu aktarıyor (Sarfati, 2020: 41):

“Moliere’in Amphitryon’unda Mercure soracaktır:

– Orada kim var?

Sosie yanıtlayacaktır:

Ben.

Bu kez Mercure ekler:

Ben, kim?” 

Burada vurgulanan, “ben” kavramının tarihin özgül bir döneminde, piyasa sisteminin gelişimiyle birlikte kendisini gösteren toplumsal ve iktisadi dönüşümün bir ürünü olduğu düşüncesidir. Ekonomi politiğin bunun bir sonucu olarak ortaya çıkması da şaşırtıcı olmamalıdır, çünkü ekonomi politik, insanın hem birey hem de toplumsal bir varlık olduğu düşüncesinin gelişimiyle el ele gitmektedir. Kendi çıkarını düşünen bireyi öne alan “ben” kavramı, aslında insanın kendisini, bir cemaatin parçası olmasının ötesinde, birey olarak görmeye, toplumla çıkarlar üzerinden bağlanan, “toplumsallaşan” bir varlık olarak görmeye başladığını da anlatıyor Sarfati’ye göre. Paradoksal gözükse de, Karl Polanyi’nin vurguladığı gibi, “bireyin keşfi, toplumun kişiler arasındaki ilişki olduğunun keşfidir” (Polanyi, 1935: 370). Bu dönüşüm, insanın özgürlüğünü temel bir sorunsal olarak ortaya çıkarmaktadır; bir yandan bir “özne” olarak davranmak zorunda olan, öte yandan da toplum tarafından sınırlanan insanın, özgür olma mücadelesinin, Ekonomi Politiğin ortaya çıktığı andan itibaren yakıcı bir sorun olarak kendisini göstermesi, bugün bile ağırlığından kaçamadığımız bu sorunun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bize.

Bu gelişim sürecinin aynı zamanda iktisatın “ahlak” ve etik unsurlardan “arındığı” bir dönüşüm olduğu da açık. Disiplinin kurucusu diye bilinen Adam Smith için bile, Ahlaki Duygular Teorisi kitabında olduğu gibi, moral konular öncelikli görünüyordu. Ona göre temel bir sorun, karşılıklı bağımlılık ilişkisi olan bireyler için hem rasyonel hem de ahlaki bakımdan istenir davranışın nasıl olması gerektiği sorunuydu. Aslında bütün bir ekonomi politik geleneğinini temelinde, en azından 1870’lere kadar, temel vurgusunun etik olduğunu, insanın “iyi yaşama” erişmesi hedefiyle iktisadi amaçları arasındaki uyumun nasıl sağlanacağı sorunu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır (Özel, 2022). Neoklasik iktisatın ortaya çıkışıyla birlikte, bu sorunlar geri plana itilerek, iktisadın artık politik bir bilim olmadığı, yalnızca “kaynak dağıtım” sorunu üzerinde durduğu düşüncesi yerleşti. Ne var ki her durumda, iktisadın etik boyutu, üzeri kapatılmaya çalışsa da, yüzünü her zaman gösteriyor; özellikle, yoksulluk ve gelir dağılımı eşitsizliklerinin çarpıcı biçimlerde arttığı bugünlerde. Metin Sarfati, bunun farkında olan ve iktisada insanı geri getirmek için varını yoğunu ortaya koyan bir iktisatçı ve felsefeciydi.

Sarfati’nin ikinci kitabı, Uygarlığın Bunalımı, modernitenin yarattığı aynı sorunların bireyi nasıl kırılgan hale getirdiği ve onu aşabilmek için kendisine sunulan para ve servet biriktirme itkisinin tutsağı olmasını anlatıyor (Sarfati, 2014). Bu ilginç kitap, Freud ve Keynes gibi iki devin analizlerinin ortaklaştığı nokta üzerinde duran önemli bir inceleme. Freud’un bilinçdışı yaklaşımı ile para arasındaki ilişkinin nasıl “hastalıklı” (morbid) bir nitelik taşıdığı, Keynes’in de aslında kendi para anlayışının, Freud’un yaklaşımına ne kadar yakın olduğu, kitabın ilk iki bölümünde ele alınan konular. Her durumda, piyasa sistemi içinde, bireyin nasıl bir yabancılaşma içinde yaşamak zorunda olduğunun, kendisine tutunacak bir dal bulmanın güçlüğünün, yaşadığı yabancılaşmayı aşmanın ne kadar zor olduğunun, bütün bunların sonucunda da “tutma”, biriktirme davranışına mahkum olduğunu anlatan bölümler bunlar. Bunların ardından gelen üçüncü bölümde de, ekonomi politiğe geri dönüp bu insan tipini yaratan koşulların neler olduğunu, ve “iktisat bilimi”nin nasıl bir “kırılma” yarattığının analizi yer alıyor.

Aslında kitabın en önemli temalarından birisi, altbaşlıklardan birisi olan “Eros ile Ananke” arasındaki gerilim. Eros, cinselliğin ötesinde, kendiliğindenliği ve insanın yaratıcı gücünü öne çıkarırken, Ananke, ihtiyaç, kader ve zorunluluk tanrıçası olarak insanın güçsüzlüğüne gönderme yapıyor. Dolayısıyla, buradaki temel sorun, insanın özgürlüğü ve eyleme, “fark yaratabilme” gücünün, zorunluluk tarafından nasıl kısıtlandığı, insanın özgür olmasının ne kadar zor olduğu, üstelik insandan çok tüketimi ve serveti öne çıkaran piyasa sisteminde bu özgürlüğün sağlanmasının ne kadar zor olduğu. Son derece derin felsefi temellere sahip olan bu bakış açısı, Sarfati’nin sonraki bütün çalışmalarını yönlendiren ve bence onun Spinoza’ya olan düşkünlüğünü de açıklayan bir etken. Varlık dünyasını tek bir tözden, Tanrıdan oluşuyor diye gören, diğer varlıkların onun uzantısı (extension) olduğunu düşünen büyük düşünür Spinoza’nın “bütünlük” düşüncesine dayanan metafizik anlayışı, Metin hocanın kendisine yakın bulduğunu düşündüğüm bir anlayış. Ancak bundan daha da önemlisi, metafiziğini zorunluluk düşüncesine dayandıran Spinoza’nın hem kendi yaşamında hem de siyaset felsefesinde özgürlüğü savunan, dışlanma pahasına onu gerçekleştirmeye çalışan bir düşünür olması. Sarfati’nin özellikle sonraki düşünsel yaşamını yönlendiren aynı tema, onun Spinoza’yı benimsemesine yol açmış görünüyor. Sarfati de, hem kişisel hem de entelektüel yaşamında zorunluluk ve özgürlük arasındaki gerilim ve ilişkiler üzerinde düşünen bir felsefeci oldu. Modern uygarlığın yarattığı olanak ve yıkımlar sözkonusu olduğunda, insan özgürlüğünün ve doğanın nasıl korunabileceği, onun ciddi biçimde kafa yorduğu sorunlar oldu hep.

Bu gerilim, ilginçtir, kendisini en iyi biçimde, en son kitabı olan Yahudi İnsandan İnsan Yahudiye (Sarfati, 2022) başlıklı çalışmasında gösteriyor.  Metin Sarfati’nin magnum opus’u olarak değerlendirilebilecek olan bu kitap, ilk bakışta farkedilmese de, aslında diğer kitapları ve yazdığı öteki makaleleri ile konuşmalarında kendisini sürekli duyuran felsefi sorunları, bütünlükleri içerisinde ele alıyor. Daha çok Şalom gazetesinde yazdığı yazılardan derlenen bu kitap, genel olarak Yahudilik ve Türkiye Yahudileri hakkında zengin tarihsel ayrıntıları, derin bir felsefi kavrayışı ve kapsamlı bir hümanizmi içeriyor. Kitabın temel düşüncesi, insan olmak ve Yahudi olmak arasındaki ayrımın yarattığı olanak ve gerilimler. Yahudilerin kendi tarihleri boyunca, Helenistik Dönemde, Endülüs’te, Aydınlanmada ve Modern dünyada hep kendisini gösteren olanak ve gerilimler bunlar.

İlk bakışta kitapta anlatılanlar Yahudi olmayanlar ve tabii iktisatçılar açısından ayrıntı gibi görünse de, Sarfati’nin çalışmalarını yönlendiren, insan özgürlüğü, uygarlığın özgürlük ve doğa için ortaya çıkardığı yıkıcı etkiler gibi önemli sorunlar, bu kitabın da çerçevesini belirliyor. Kitabın başındaki, Aşağılamamak, nefret etmemek, anlamak epigrafı, Metin Sarfati’nin hümanizm anlayışını da açıkça ortaya koyuyor. Bu hümanizm aslında, sadece insanı kapsayan bir hümanizm değil, doğada bulunan bütün varlıkları da içeriyor. İnsanın doğanın bir parçası olduğu, doğayı yoketmesinin aslında kendisini yoketmesi demeye geldiğini kavrayan bu hümanizm, insanı insanlıktan çıkaran her türlü etkene, özellikle de insan “uygarlığının” yarattığı yıkıma karşı durmayı gerektiriyor. Bu yüzden bu kitabı, bir entelektüelin hem kendisi hem de genel olarak insanlık için özgürlüğe erişme çabasının önemli bir parçası olarak görmek gerekir. Bu Yahudiler için de geçerli Sarfati’ye göre: “Yahudi, kurtuluşunu salt kendinde ve kutsalında bulacağını düşündüğü için düş kırıklıklarından ibaret oldu tarihi. Yahudi’nin kurtuluşu insanlığın kurtuluşundan soyutlanamaz” (Sarfati, 2022: 177). Bu yüzden ona göre, “Yahudi-İnsan”, öncelikle insanlığını duyumsayarak, kendisini “İnsan-Yahudi” olarak görmelidir. “Kurtuluş” ancak hep birlikte, bütün insanların, doğanın bir parçası olduklarını unutmadan, özgürlüğe ulaşmak için çalışmasıyla mümkündür. Başka türlü, yeni Auschwitz’ler ve nükleer kışlar ya da çevre felaketleri görmekten kaçınmak olanaksızdır.

Metin hoca bir entelektüeldi. Sözcüğün bütün önemli anlamlarıyla. Bağımsızlık, dışlanma tehdidi, insanları husursuz etme pahasına onları sarsmak, kendilerine getirmek, bu yüzden de bedel ödemeye hazır olmak gibi… Ancak onun için entelektüel olma, yalnızca bilgiye yönelik bir merak sonucunda değil, aynı zamanda, hem kendi yaşamı hem de insan türü için bir tür “yaşam kılavuzu” arayışı anlamı taşıyordu. Bu bakımdan onun için en önemli insani sorun, defalarca vurguladığı gibi, özgürlüğün elde edilmesi ve korunması sorunudur. Onun Spinoza’ya yönelik ilgisinin en önemli kaynağı da bence bu. Sarfati için Spinoza, özgürlük arayışında benimsediği, insanlığını ortaya koymak bakımından kendine seçtiği bir kılavuz idi. Spinoza, hem özgürlük konusundaki görüşleri hem de kendi Cemaatinden kovulmayı göze alma pahasına gerçekleri söyleme cesaretine sahip olması bakımından, Metin hocanın en çok değer verdiği düşünürdü. Bu da bir raslantı değil, çünkü ikisini birleştiren önemli bir özellik Yahudi olmalarının ötesinde, gerektiğinde kendi cemaatlerine ters düşme tehlikesini de göze alarak gerçekleri ve özgürlük istemlerini yüksek sesle söylemekti. Bu entelektüel cesaret, Metin hocanın da temel özelliklerinden birisiydi. Onun son kitabı, bir yandan kendi Yahudi kimliğini yadsımadan özellikle Türkiyeli Yahudilerin dikkatini çekmeye çalıştığı sorunların, entelektüel olmanın, insanı ve doğaya öncelik vermenin, insan özgürlük isteminin en yüce amaç olduğu fikrinin dile getirilmesi yönünde önemli bir çabaydı. Bunu herşeyden önce bir Yahudi entelektüel olmanın sorumluluğu diye görüyordu Metin Hoca:

‘Spinoza’dan Marx’a, Yahudi’nin kendisini ve içinde yaşadığı toplumu onurlandıracak bir süreç yaşanmamıştır beş yüz yıldır bu toprakların Yahudi toplumunda. Bu toprakların Yahudi toplumunda çokça övünülen ve artık usandıran bu “500 yıllık misafirlik” söylemi yerine bu çoraklığın nedenlerine eğilmek belki daha anlamlı olacaktır. İllüzyonist bir konuk olma ve edilme söylemi belki böyle aşılabilecektir. Entelektüelin çabasıyla olabilecektir bu’ (Sarfati, 2022: Notlar)

Bu söyledikleri, yalnızca Türkiyeli Yahudiler için değil, hepimiz için önemli bir uyarı; çünkü entelektüel çoraklaşma, bu toprakların en büyük sorunlardan birisi olmayı sürdürüyor hala. Metin Hoca yaşasaydı, hem Yahudiler hem de bizler için önemli düşünsel katkılarını sürdürecekti. Yine de anısı bizler için kutsama niteliğinde; içimizdeki iyiliği yitirmemek için yazılarına yaslanmayı sürdürmemiz gerekiyor: “Yehi zichra baruch” Metin Moşe Sarfati.

Göndermeler

Özel, Hüseyin (2022), “Politik İktisat,” İktisat ve Toplum, yıl: 12, sayı 140, Haziran, s. 30-47.

Polanyi, Karl (1935), “The Essence of Fascism,” in Christianity and The Social Revolution, J. Lewis, K. Polanyi, D.K. Kitchin (eds.), London: Victor Gollancz Ltd.,, s. 359-94.

Sarfati, Metin (2022), Yahudi İnsan’dan İnsan Yahudi’ye, Ankara: Efil Yayınları.

Sarfati, Metin (2014), Uygarlığın Bunalımı: Psikanalizin ve İktisadın Kavşağında Bir Analiz Denemesi, İstanbul: Arvana.

Sarfati, Metin (2010), “Ekonomi Politiğin İnsanı” “Kim”dir? İstanbul: Der’in Yayınları.

Hüseyin Özel

Write A Comment