Bilinçsiz bilim ruhun tükenişidir
Rabelais
Giriş
18. yüzyıl felsefe, edebiyat ve bilimin henüz alanlarının net olarak ayrılmadığı, her ikisinin de kendi sınırlarına kapanmadığı bir dönemdir. Hemen uyarmak gerekecektir; bunu dile getirmek, bir yargı hatta bir tez ileri sürmek anlamına gelmemelidir; bir durum tespiti olarak değerlendirilmelidir daha çok. Ancak ondan sonradır ki bu tespit, önce bir analize, oradan hareketle ikili bir amacın izinin sürülmesine temel olacaktır; Spinozyen bütünlüğün, bilme’yi de farklı disiplinlerin kesitlerinin ötesinde bir tüm olarak ele alması bunların ilki olacaksa, 19. yüzyıldan bu yana tam tersi bir ayrışma sürecine giren bilgi (ve sosyal bilgi) üretiminin, Husserl’in de belirttiği gibi bir krize yol açtığının tahlili, ikincisini oluşturacaktır (Husserl, 2004).
Yola koyulurken bilimin bugün taşıdığı anlamın ve güttüğü amacın öteden beri süregelenin aynısı olmadığını belirtmek gerekecektir öncelikle. Racine’li, La Bruyére’li, Descartes ve Spinoza’lı 17. yüzyıla kadar gitmeden, 1750’lerin Diderot’su şöyle yazabilecektir; “felsefe ve bilim eş anlamlıdır” (Wagner, 2002: 15; Tacot, 2011). Doğal olarak, bu dönemde ne bilimlerin felsefe olmadığı, ne de felsefenin bilimsel olduğu iddia edilecektir. İki kelimenin de bu dönemde tümü ile aynı anlamda kullanıldığı da değildir dile getirilmek istenen. Belki Spinozyen tezlerle de uyumlu olarak Diderot’nun söylemi şöyle yorumlanabilecektir; bilgeliğin aranmasının felsefenin temel ereği olduğu bilindiğinde, aklın denetiminde bilgiye ulaşmak anlamında bilimin de, Husserl’in deyişi ile, gerçeklikten çok, ideal olana ulaşma bilinci olduğu varsayıldığında denebilecektir ki; sonunda bir farklılaşma olmayacaktır ikisinin arasında. Bununla birlikte, bu çalışmada önerilecek olanlarla uyum halinde olmak isteği ile bu yorumun yanlış olmazsa da, tamamlanması gereğinin altının kalın çizgilerle çizilmesi gerekecektir; eksik kalan, yanlış anlamalara neden olabilecektir çünkü; bilimin özellikle 19. yüzyıldan bu yana geçirdiği aşamalar ve yarattığı algı değişiklikleri dikkate alındığında felsefenin bilmesi ile bilimin bilmesi arasında radikal bir ayırım ve farklılık olduğu açıkça görülecektir.
Felsefe, özellikle Descartes ama hemen onunla beraber Spinoza ile birlikte, hakikati aramayı kendi temel misyonu olarak görecektir. Hakikat tüm kozmosa ait son ve nihai bir açıklamadır, gelip geçici olmayandır, bu açıdan varlığın bizzat özüne ait olandan başka bir şey olamayandır. Belki de ona ulaşmanın ebedi isteğidir, isteğin isteğidir.
Bir aydınlanmacı, dolayısı ile bir ilerlemeci olarak Diderot ise filozofu uyarmak isteyecektir; varlığın bilgisine erişmek için çıkacağı yolu, mesela somut ilerleme çabalarından ayırmasını isteyecektir. Bir ansiklopedist 1 olarak bu çabanın sonunda erişilecek bilginin (artık bilimin) daha somut amaçları gerçekleştirmek için bir araç da olabileceğinin bilincinde olmasını isteyecektir; insanların bu yeryüzündeki mutluluğu ilerleme(!) ile sağlanacaktır çünkü. Bilim, bilinçte aydınlanma sağlayacak, o da insanın nasıl var olacağının (etiğinin) yolunu aydınlatırken somut ve maddi refahının da yollarını görebilmesine katkı sağlayacaktır. Aydınlanmanın başında, Augustinyen kavrayışın aşılması ile birlikte anlaşılmıştır ki, maddi yoksulluk da insan mutsuzluğunun çok önemli bir nedenidir. Yeryüzü yaşamındaki mutluluğun gerçekleştirilmesidir asıl olan, Augustinyen öte taraf amacı, kişisel sınırlar dışında modern zamanlar ile birlikte artık geçerliliğini kaybetmiştir.
Bilimin gerçekliği, hakikatten farklı olabilecek, doğal olarak ebedi olmayacaktır. Durmaksızın bir öncekinin yanlışlanıp aşılmasını gerektirecektir. Bilimsel bilginin, var olan teorilerin reddi ve redde direnebilen yeni teorilerin oluşturulması ile ilerlediği kabul edildiğinde, bilmenin bizzat kendisi, ilerleme ile nerede ise özdeşleşecektir (Blaug, 1994: 4) bilim ilerlemenin içine sıkıştırılmış onun salt bir öğesinden ibaret olabilecektir böylece.
Bu gelişmelerle pratik olarak varılacak sonuçlar artık açıktır ve bilinmektedir; modern zamanların başından itibaren felsefe ile bilimin (science) yolları yavaşça ayrılacaktır; Spinozyen bütünlük (unicité), teklik yavaşça modası geçen olarak, onu terennüm dahi edenleri tebessüm ettirecektir.
Bilim, şeylerin nihai nedenini aramaktan vazgeçerken mikro düzeyde nedenselliklerle kendi var oluş alanını oluşturacaktır. Bu alan, varlığını temelde insanın kendini tabiatın dışında ve üstünde görmesinde oluşturacaktır. Yine de bilim burada bulduğunu ileri süreceği yasalarla(!) tabiatın sırlarını keşfedecektir. Kuşkusuz yeryüzünde bu sayede insan varlığı, özellikle maddi açıdan büyük bir refaha kavuşacaktır. Başarısı, prestijinin ve itibarının yükselmesini sağlayacaktır. Burada zenginliğin bilimi olarak iktisatın ayrı bir yeri olacaktır. Gerçekten de aynı dönem, iktisatın bir bilim olarak keşfine sahne olacaktır. Bir bilim olarak konusunun bağımsızlaşması kimi tarihsel gelişmelere bağlı olacak, bunların sonucunda da (Latouche, 2005: 8) onun bu niteliği ile evrensel ve sabit yasalarının olduğu ileri sürülecektir; iktisat biliminin yasalarının insan refahının elde edilmesinde öneminin altı çizilecektir. Bilim ve onun yasaları insan refahı için birincil derecede önemlidir artık.
Felsefeden süratle yolunu ayıran sosyal bilim, ontolojik soru ve sorunları mümkün olduğunca en alt düzeye indirgeyecektir. Bu kaçınılmaz olarak etik düzeydeki sorunsalların da zaman içinde soyutlanmasına yol açacaktır. Aynı gelişme bir sosyal bilim olarak iktisat için de söz konusu olacaktır. Bu bilim de zamanla bağrında yaşam bulduğu felsefeden ve kaçınılmaz olarak bir parçası olduğu etikten özenle yolunu ayırmaya koyulacaktır; bilimin bağımsızlaşıp yetkinleşmesi adına yapacaktır bunu (Sarfati, 2021).
Modern zamanların bir yüzü bu gelişmelere tanık olurken, içinde büyüyen bilim yazgısını sanki onunla birleştirecektir.
***
Rabelais, Spinoza’yı öncelemiş olacaktı “bilinç ile bilim” derken. Öyle bir amacı olmamasına rağmen, Spinoza bu amaca saf felsefi yapıtı ile dolaylı olarak yönelecek ve başaracaktır da. Bir anlamda bütüncül bir bilmenin kuramı olacaktır dev yapıtı. Parçalanmamış bir sosyal bilimlerin ontolojisinin ipuçlarını verecektir Etika’da; Citton’un deyimi ile toplumsal bilimlerin yapılandırılması için bir çerçeve oluşturabilecek niteliklere sahip olacaktır filozofik yapıt (Lordon, 2010: 20).
Kendi toplumundan dışlanmış, ayrı bırakılmış filozof, itirazsız etkileyecektir, Hegel’den Marx’a oradan Darwin, Durkheim ve Mauss’a 19, 20 ve 21. yüzyıl felsefe ve bilim dünyasını. Örneğin Hegel birçok konuda ayrı düşünmesine rağmen Spinoza yoksa felsefe de yoktur diyebilecektir (Macherey, 1990). Böylece Husserl’in deyişi ile Avrupa insanlığının bugünkü krizinde bilimin durumunun ve sosyal bilimlerdeki parçalanmışlığın, etkilerini Spinoza savunduğu bütüncüllük ve teklik ilkelerinde çok önceden göstermiş olacaktı; onlarla çelişen, aşırı derecede ihtisaslaşmış bugünkü bilmenin içinde, yaşanılan felaket çağının ipuçları sergilenebilecektir bugün. Öyle bir çağ olacaktır ki bu, inşasında bilimin bilimciliğe, rasyonun tanrısallığa dönüşmüş olması ve nihayet insanın istisnailiğinin kabul edilmesinin etkileri açık olacaktır (Schaeffer, 2007).
Teknik-teknolojik egemenlik Heidegger’in de (1986) Anders’in de (2002) dediği gibi görmezden gelinmediğinde, bilimdeki ihtisaslaşmanın ve iş bölümünün yarattığı yabancılaşma2 da gözden kaçmayacaktır. Yabancılaşmanın aşılması, kaybedilen bütünün bir şekilde aşılmasından, bilimin sırt çevirdiği edebi kaynakların tekrar oradaki metinlerle entegre edilmesinden geçecektir (Castel, 2001).
Bu noktalardan hareket edildiğinde makalede ileri sürülecek tezler, temelde Spinozyen felsefenin bütüncül yaklaşımının anlamı ve bilimlerdeki içe kapanma (ihtisaslaşma) ile parçalanan tekliğin yarattığı sonuçlar arasında ilişki kurulması olacaktır.
1. Spinozyen Bilmeye Dair
Bilme saf ve önü alınamaz bir tutkudur (passion), diğer bir deyişle şeylerin ve varlığın özüne ilişkin bir tanıma ve ona ulaşma ihtirasıdır. Önü alınamaz bir tutkudur. İlk aşamada şeye müdahale değildir, bu isteğin temel motivasyonu, şeyi kavramak, şeyin özünü yakalayabilmektir. Şeyin şeyini onaylayan veya reddeden özne olmayacaktır bu durumda. Öznellik ve nesnelliğin ötesinde, şeyin bizzat kendisinin, kendiliğinden bizde bir şeyi onaylaması veya reddetmesi (Spinoza, 2005: 16) bilmenin temelini oluşturacaktır.
Spinoza’nın Etika’ya hazırlığıdır bir anlamda Kısa Deneme (2005). Daha sonra değiştirecektir kısmen bu tanımı. Ama şimdilik bilme’ye bu yaklaşımı ile Spinoza, geleneksel düşüncenin izinde olacaktır. Hakikati aramaksa temel sorun, hakikat şeyle düşüncenin uyum halinde olmasıdır (Delbos, 2015: 92).
Bu çalışmanın temel problematiğine giden yol açılmış olacaktır böylece; uyum bütünü bütün yapandır. Bütünün unsurlarının, bütünün unsurları olduklarının bilincinde olmaları, özgürlüklerinin dahi bütünün sınırlarında ve apriori zorunluluk ilkesinin3 kabulünde mümkün olduğunun bilincinde olacağının bilincinde olmalarıdır:
“Cevherde, onun özünü meydana getirmek üzere algıladığımız şeye sıfat (attribut)” diyoruz (Spinoza, 1993a, I. Bölüm, Tanım IV).
Öyle ise bilme eylemi, bütün, bütün olarak kavrandığında mümkün olacaktır. Sıfat, apriori tam bağımsızlığa sahip olan değildir çünkü; düşünce, şeyle uyum içinde olacaktır. Buradan varılabilecek sonuç, bütün bütün olmaktan çıkarsa (ki bu tanım icabı saçmadır), bilme de mümkün olmayacak ve saçma (absurde) olacaktır.
Devam edilirse, bilginin temel misyonu Spinozyen doktrinde hakikati aramak olacaksa, aşkın zirvesine giden yolun da rehberi olacaktır öncelikle; insanı, ruhu ve bedeni ile, bütünü ile kavrayıp, Etika’da filozofun işaret ettiği gibi büyük cevherle (töz, substance)bütünleşmesinin yollarını gösterdiği oranda ancak değerli olacaktır.
“Cevher çünkü kendisi kendi başına var olandır, kendi kendini tahayyül edebilendir, oluşabilmek için başka bir şeye ihtiyaç göstermeyendir” (Spinoza, 1993a, I. Bölüm, Önerme I).
Başka bir şey tarafından tahayyül edilemeyendir (I, Aksiyom I). Duygulanımlarından önce var olandır (Spinoza, 1993a, I. Bölüm, Öneme I).
Aşkın zirvesi, hakikatin de doruğudur bu durumda. Cevherle bütünleşmenin yolu aşka ulaşmaktan geçecektir; aşkın ihtirasıdır bilmenin tutkusu. Aşkın yolunda insan varlığını, varlığın aslı ve özü ile, bütünleştirme amacına doğru yöneltebildiği ve bunu sağlayabildiği ölçüde ancak bilgi anlam kazanabilmiş olacaktır (Delbos, 2015).
——————————————————————————-
Makalenin devamına Nobel Akademik Yayıncılık tarafından çıkarılan ve Prof. Dr. Derya Güler Aydın’ın editörlüğünü yaptığı İktisat Metodolojisi adlı kitaptan ulaşabilirsiniz.
Notlar
1 Ansiklopedistler Diderot ile D’Alembert yönetiminde 1751—1765 yılları arasıda yazılan “bilimlerin ve sanatların akla uygun bir sözlüğü”nü ele alan bir edebiyatçılar topluluğudur. 17 ve ek olarak 11cilt, 150 yazar tarafından ele alınmıştır. Bunlar kendilerini filozoflar ismiyle anılan bir entelektüel guruba ait olduklarını ilan etmişlerdir. Bu isimler bilimin ve laik düşüncenin toleransı, akılcılığı ve geniş zihinsel düşünceyi destekleyen insanlardır. Bu nitelikler bilindiği gibi aydınlanmanın nitelikleri olacaklardır.
1 Ansiklopedi yazarların bir kısmı yazdıkları bölüme isimleriyle imza attılarsa da, bir kısmı da imza ve isimlerini kullanmadan makalelerini yazmışlardır.
2 Yabancılaşma (Aliénation) genel olarak felsefede bireyin kendi kendisinin sahibi olması imkanından mahrumiyeti anlamına gelir. Yabancılaşmış birey, özgünlüğünü ve özgüllüğünü kaybeder. Birey artık başka bir güce veya başka birine tabi olabilecektir. Spinoza Etika’sında şöyle der: “İnsanın tabiatın bir parçası olmaması ve oradaki değişimlerden etkilenmemesi mümkün değildir. Bu durumda tabiatın ve üstünde olma iddiasındaki birey tabiata ve kendine yabancılaşmış olacaktır.
3 Bu konuda ayrıntılı bilgi almak için, İktisat ve Toplum Dergisinin (itd) Nisan 2021 tarihli, 127 sayılı Özgürlüğün Yanılsamaları başlıklı yazıma bakılabilinir
Kaynakça
Anders, Günther(2002) L’Obsolescence de L’homme, Nuısances, Paris.
Blaug, Mark, (1994) La méthodologie économique, Economica; 2e édition, Paris.
Castel, Pierre-Henri, (2001) Laboratoire des sciences humaines?, La littérature, No:5.
Delbos, V., (2015) Le spinozisme, Hachette Livre, Paris.
Heidegger, Martin, (1986) Chemins, qui ne mènent nulle part, Gallimard,Paris.
Husserl, Edmund, (2004) La Crise des sciences européennes et la phénoménologie transcendantale, Gallimard, Paris.
Latouche, Serge, (2005) L’Invention de l’économie, Albin Michel, Paris.
Macherey, Pierre, (1990) Spinoza ou Hegel, La Decouverte; Hors Collection, Paris.
Macherey, Pierre. (Eylül, 2019) La Philosophie au sens large, Spinoza est-il moniste?, https://philolarge.hypotheses.org/2516.
Sarfati, Metin, (Nisan 2021a) Özgürlüğün Yanılsamaları, İktisat ve Toplum Dergisi (itd), Sayı:127, s.108-114.
Schaeffer, Jean-Marie, (2007) La Fin De L’exception Humain, Gallimard, Paris.
Spinoza, (1984) Geometrik Düzene Göre Kanıtlanmış ve Beş Bölüme Ayrılmış Olan Etika, (Çev. Hilmi Ziya Ülken), Ülken Yayınları, İstanbul.
Spinoza, (1993a) Ethique, Flammarıon, Paris
Spinoza, (1993b) Traité politique, Flammarıon, Paris.
Spinoza, (2005) Court traité, Traité de la réforme de l’entendement, Principes de la philosophie de Descartes, Pensées métaphysiques,Flammarion, Paris.
Spinoza, Benedictus, (2015) Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme, (Çev. E. Ayhan), Dost Kitapevi Yayınları, Ankara.
Spinoza, (2017) Tractatus De Intellectus Emendatione, Forgotten Books, Paris.
Spinoza, (2017) Traité théologico-politique, Flammarion, Paris.
Spinoza, (2019) Traité De La Réforme, De L’Entendement, (Çev. Rousset, Bernard), Librairie Philosophique Vrin, Paris.
Wagner, Pierre, (2002) Les philosophes et la science,Folio, Paris.