Toz, dumandan etrafın görülmediği bir ortamda fillere, zebralara, timsahlara, dair söylenebilecek olanlar kuşkusuz ilginç gelmeyecektir kimseye. Her türden fanatizmin ve köktenciliğin de körüklediği şiddetin doruğunda “yok etmenin”, kimi zaman da “yok olarak yok etmenin” sıradanlaştığı bir ortamda hayvan ve bitki türlerinin ortadan kaldırılması sürecindeki hızlanmaya dair tartışmalar da anlamsız gelebilecektir çoğu kimseye.
Bununla birlikte insan türünün kendine dönük saldırıları ile diğer türlere dönük eylemleri arasındaki ortak payda gözden kaçırılmadığında ilk bakışta anlamsız duran, derinliğine bir anlam kazanabilecektir. Spinoza’nın ısrarla vurguladığı gibi “bütün olanın, bütün olduğundan” yola çıkarak insan eyleminin bütünlüğü sonucuna varıldığında, iki yok etme eyleminin de aslında aynı nedenlerin ürünü olduğu ileri sürülebilecektir.
Bu durumda salt diğer canlı türlerine (hayvan ve bitki) dönük saldırıların bile insanın genel olarak yok etme tutkusuna yeterli kanıt oluşturduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
Rasgele iki örnek yeterli olabilecektir: Uluslararası Doğayı Koruma Örgütünün haberine göre sadece 2007’den 2014’e kadar Afrika’da ki fillerin sayısında toplam %30 azalma görülmüştür.
Dikkat çekici olan, insan toplumlarının “rasyolarının” önderliğindeki yaşam süreçlerinde, kim bilir belki de kolonizasyonla birlikte, bu kıtadaki fil sayısının 20 milyondan, 1970lerde 1 milyonlara bugün de 300.000’lere inmiş olması… Bugün, kimi Afrika ülkelerinde bu tür, bu canlı, artık yoktur. Daha doğrusu yok edilmiştir.
Fillerden önce yok olan (insan tarafından yok edilen) canlı türleri, büyük bir liste oluşturacaktır. Bugün de kimi rakamlara göre 82.000 canlı türünün 24.000’i tümden yok olma tehdidi altındadırlar.
1990’dan beri küresel düzeyde vahşi doğa kaybı örneğin Hindistan’ın yüz ölçümüne eşittir.10 yıl içinde yok olan (edilen) vahşi doğanın tüm vahşi doğaya oranı %10’dur. Bu son on yıla ait rakamlardır ve uzmanların tahminine göre yüzyılın sonunda hiç bakir (vahşi) toprak kalmayacaktır.
İnsan eyleminin yok ediciliğinin tümden analizi bu kısa yazının boyutlarını çoktan aşacaktır. Freud’un insana dair “en hain yaratık” nitelemesinin özcü (essentieliste) yanı şimdilik bir yana bırakılıp modern zamanlarda tehlikeli bir boyut kazanan bu yıkıcılığın nedenlerine dair yapılabilecek kimi tespitler söz konusu “şiddete” bir ışık tutabilecektir.
Görülecektir ki; yıkıcılık bir anlamda Nietzscheyen “değersizleşme” süreci ile örtüşmektedir.
İktisat bir bilim olarak modern zamanlarla birlikte gelişecektir. Bir sarmal içinde ikisi de birbirlerini besleyeceklerdir. Kapalı ve nerede ise çıkışsız bir döngü haline dönüşmesi daha yakın zamanlara denk düşecektir. Kuşkusuz kapitalizm de büyük bir sistem olarak iktisatla birlikte evrilecektir.
Temelde zenginliğin bilimi olarak gün yüzü görecektir iktisat. Fakat o zamandan bu yana nerede ise bir varoluş biçiminin üretilmesinin mimarlığını yapacaktır.
Örneğin “büyüme” daha anlaşılır bir dille “zenginleşme”, yer üzeri yaşamını anlamlandırmaya dahi soyunacaktır. “Sahip olma” ile ancak var olunabilecektir artık. Sahip olma “görünür olma” ile tamamlanacaktır. Bu da seçkin olma, imrenilen olma tutkusu ile bütünleşecektir.
Modern zamanların başından beri ekonomi politiğin bilimselleşme sürecinde, aklın övücülüğündeki Voltaire zenginlik arayışını onaylayacak, zenginlerin gösteriş tutkusunun yoksullar için istihdam olanağı sağlayacağını böylece bu tutkunun iktisadi büyümenin temel dinamiklerini ve genel refahı sağlayacağını ile sürecektir. Lüksü mazur görecek, ekonominin motorunun işlemesini buna bağlayacaktır. Finans zenginleri sayesinde politik yapının güçleneceğini dahi ileri sürebilecektir.
Buna karşılık Smith den Rousseau’ ya bu dönemin birçok düşünürü için ufukta beliren iktisadın egemenliğindeki yeni dönem büyük bir endişe kaynağı olacaktır; iktisadi büyüme, zenginleşme, temelde bu arzuya, ihtirasa, kıskanılır olma tutkusunun tatminine, bu da aslında boş bir kibire dayanıyorsa bu süreçte bir doyum noktasının olamayacağı açık değil midir?
Yeni dönemin temel egemeni iktisat boş bir kibir üzerine kurulmuş olacaktır. “Boşluğun arzusu” üzerinde yükselen bir dönem açılacaktır artık. Bitmez ve doyurulamaz arzunun, aslında “boşluğun çığlığı” olduğu bunun da şiddet içerebileceği endişesi Smith de ve Marx da aynı vurgu ile dile getirilecektir.
Zenginleşen yeni ülkelerde, yeni orta sınıf kimi zaman canlı bir şekilde dişleri kesilen fillerden yapılan mücevherlerle bugün ayırt edilme susuzluklarını mı gidermeye çalışmaktadırlar?
Çin’in yeni zengin orta sınıfının temel tutkusu olacaktır fildişinin tüketimi.
Sonsuz isteğin tatmini, zengin ülkelerin örneğindeki yoksul toplumları aynı yola itecektir: Sonsuz olduğu varsayılan arzuları tatmin etmek bitmez bir amaç olacaktır.
Şiddet, belki sonsuz isteğe denk gelmeyen kaynakları paylaşım savaşı ama kim bilir belki de “boşluğu” anlamlandırma çabasının sonucu olmayacak mıdır?
Böyle bakıldığında aslana, file, doğaya uygulanan şiddetle, insanın kendi türüne uyguladığı şiddetin aynı bütünün bir parçası olduğu anlaşılacaktır.
Spinoza, tabiat- insan yabancılaşmasını “etiğinde” temel sorun olarak işleyecektir. Bugünün şiddetinde bu tespitin payı büyüktür.
Üç Yüzyıl sonra yabancılaşmanın doruğunda Nietzsche bugünün insanını uyaracaktır: “İnsan değerlerini tüketmiştir, ya yenilerini bulup koyacak ya da tükenmişliğinin içinde tükenecektir” diye uyaracaktır.
1 Comment
bugünün daha güzel bir özeti olamazdı. özellikle bitmeyen tükenmeyen arzuların sonucu boşluğun çığlığı ve koca bir hiçlik bu kadar güzel anlatılamazdı.
saygılarımla