Bu kadar yeni ve kompleks yapıdaki bir dönüşümler sürecine dair söyleyebileceklerim, ortaya birkaç tane hipotez koymaktan ileri gitmeyecek. Bir deneme olacak daha çok. Tartışılabilir, yanlışlanabilir izlenimler olacak belki.

Geçenlerde dikkatimi çeken bir küçük gazete haberinde, kalkınma ve yeniden yapılandırma amaçlı Avrupa Bankası (BERD) yönetimi şöyle diyor; “Amacımız şu anda Arap dünyasında hem piyasa ekonomisini hem demokrasiyi canlandırmak”. Kurumun başında ünlü bir Amerikalının danışmanlık firması var. Bu firma Mckinsey’in, Tony Blair’in bir zamanlar danışmanı olan Mckinsey’in felsefesini kendine temel ilke edinmiş; Etkinliği temel kriter olarak gören Kinsey için yaşam şöyle özetlenebilir; “Her şey ölçülebilir ve ölçülebilen her şey yönetilebilir”.

Bu söylenen çok önemli, buraya tekrar döneceğiz. Bu söylenen ve şimdi girişte diğer söyleneceklerin daha sonra Arap Baharıyla ilişkisi kurulmaya çalışılacak.

Önce geriye gidelim. 17. ve 18. yüzyıllara, ekonomi politiğin dinamiklerinin oluştuğu, Batı’nın büyük bir düşünsel ve maddesel kırılmayla yepyeni ufuklara yelken açtığı bir sürecin temel dönemeçlerinden birine, bu dönemeç bugünü de belirleyen oluşumlarla sonuçlanacak. Ekonomi politik uzun bir hazırlanma sürecinin Batı’da olgunlaştığı ve somutlaştığı bir aşama olacak.

Ekonomi politik Smith’le beraber somutlaşacak ve temelde ikili bir redde denk düşecek. Montaigne’le beraber keşfedilen “ben” devrimsel bir dönüşümle, yeninin, yeni bir dünyanın temellerini atacak. Eski yapı derinliğine çatlayacak. Daha önceden gökselin, tanrısalın bir yansımasından ibaret olan “ben”, kolektivitenin ancak bir unsuru olabilen ve bu anlamda kendine dahi ait olmayan “ben”, özneden bireye doğru evrilecek.

Dünya böylece artık göksel merkezli değil, insan merkezli olacak. Anthropocentrique (insan merkezli) kavrayış yeni dünyanın temelini oluşturacak, “ben”ini yeni keşfetmiş insan rasyosuyla bu dünyanın, yer üzerinin yönetimine talip olacak ve tanrıyı, tanrısalı ancak göksel olanla ilgilenmek üzere, yerdeki hükümranlığını nihayet tümüyle devretmeye çağıracak.

Yer üzeri artık göksel bir hükümdarın egemenliğinden arındırılacak.

Mutlak olan göksel yönetimin, mutlakıyetine son verilmiştir artık. Fakat bir anlamda onun bir uzantısı olan ve yer üzerinde despotluğunu sürdüren hükmedenin, diğer bir deyimle siyasetin de özgürleşme sürecindeki insanın talepleri doğrultusunda etki alanlarının daraltılması gündeme gelecektir.  

Bağımsızlaşma ve bireyselleşme süreci, insanın yer üzerindeki yaşamının temel aksını oluşturacaktır. Dinden ve siyasetten bağımsızlaşma, insanın bu yer üzerinde mutluluk amaçlı eylemlerinin kaçınılmaz evrelerini oluşturacaktır.

Modernite böylece anthropocentrique (insan merkezli) kurgusuyla insanı bu dünyanın merkezine koymuştur. Egemenlik gökten yere, despottan da bireye bırakılmıştır.

Ekonomi politik veya daha doğrusu Smithyen ekonomi politik bu sürecin bir belgesi olacaktır bir anlamda. Ekonomi politik, göksel hükümranın ve bu tarafın despotunun (siyasetin-devletin) ötesinde bir özgürleşme alanı yaratma amacında olacaktır.

Spinoza-Descartes süreci bu yolu somutlarken, Smithyen ekonomi politik, mutluluğunu çıkarı içeren ama onu da aşan bir genel etik proje içinde arayan bireyin ve toplumun, bir yeniden yapılanma arayışı olacaktır. Tekrar edelim, ekonomi politik siyasetin ve dinselin ötesinde özgür bir alanın yaratılması ve etik bir çerçeve içinde yer üzerinde mutluluk arayışının projesi olacaktır.

Şimdi zaman yolculuğu yapalım. Değişik bir zaman boyutundaki, değişik bir toplumsal coğrafyaya dönelim. Üç yüz yıl sonrasından, bugüne geliyoruz. Batı’nın kuzeyinden de doğuya, bugüne ve orta doğuya geleceğiz.

Ama farklı olan bir tek söz konusu mekanlar değil artık. Bugünün dünyası küreselleşmenin, yer üzerinin en küçük noktalarına kadar, en ücra noktalarına kadar herkesi ağına almaya çalıştığı, kimseyi dışarıda bırakmamaya yeminli, iktisadın mantığına istisnasız herkesi katmaya çalıştığı bir dünya. Yukarıya alıntısını yaptığımız Kinsey’in, etkinliği ve ölçülebilirliği tüm değerlerin üzerine koymaya çalıştığı bir dünya. Smithyen etik içindeki ekonomi politiğin ve liberal değerlerin değil, iktisadın ve yeni liberal düzenin kriterlerinin egemenliğindeki bir dünya. Dünyanın hiçbir bölgesinde bireysel ve toplumsal yaşamların bu kriterlerin dışında kalmaması gerekiyor. 

Bu coğrafyada, Arap Ortadoğu’sunda olan bitene ne isim vermek gerekiyor. Acele ile verilen bahar ismi hemen ardından pişmanlığa yol açtığına göre acele etmemek gerek. Uzağa onun için gittik.

Genelde Arap dünyasındaki despotik rejimler, 11 Eylül sonrasından yakın bir zamana kadar Batı ve ABD’nin desteğinde anti terörist savaşların bir kalesi olarak savunulmamış mıydı? Demokratik cephe, hukukun olmadığı bu despotik iktidarları içeride serbest bıraktı. Beklenen, İslamcı teröre karşı durmalarıydı. Ama yıkılan bu rejimlerdi. Batı muhtemelen gerek görmediği bu rejimleri desteklemekten vazgeçmiş olmalıydı.

Artık etkinliğin, iktisadi etkinliğin Arap toplumlarında da da egemenliğinin zamanı gelmiş olmalıydı.

Söylenmek istenen hareketlerin salt dış dinamikli olduğu değil kesinlikle. Tam tersine bunun altının çizilmiş olması, asıl düşünülecek olana geçişi kolaylaştırabilir belki.

Soralım,  ekonomi politiğin oluşum sürecindeki “ben”in özgürleşmesi ve bireyin belirmesi temel dinamiği oluşturmuşmudur  Arap dünyasını altüst eden bu başkaldırı eyleminde? Olivier Roy örneğin, Arap ülkelerindeki eylemleri, bireyselliğin gelişimi olarak değerlendiriyor. Toplumdaki baba figürlerinin yok edilmesini bunun kanıtı olarak görüyor. Onur kavramının dahi artık değişerek, bireysel bir içerik taşımaya başladığını ileri sürüyor. Artık bireyin Kant’çı bir anlam taşıdığını söylüyor.

Burada kendiliğinden bir soru beliriyor, dindar olan bireyselleşebilir mi?

İki yüz elli yıl önce ekonomi politiğin aşamaları Arap dünyasındaki gelişmelerin tam tersine işlemişti. Spinoza ve Descartes çizgisindeki ekonomi politik süreci, “ben”in belirmesinin koşulunu başka bir yerde aramıştı, dinsel ve siyasal perspektifin ötesinde aramıştı. 

Arap toplumlarındaki fotoğraf ise şunu veriyor, sekülerleşme ve fundamentalizm birlikte artıyor. Ama asıl olan şu ki Arap Baharıyla birlikte din ve dindar sahnenin tüm fonunu dolduruyor. Peki biz bu fotoğrafı bir kimlik sorunu olarak mı algılayacağız? O zaman Spinozyen-Smithyen “ben” değişik bir şekilde dahi olsa belirmiş mi olacak?

Soru tartışılmaya değer.

Ekonomi politik sürecinde “ben”in ortaya çıkma şartları başkaydı. Aynısının olması gerekli değil zaten. Ama bu kez rasyonel olan sadece anlatıldığı gibi iki egemenliğin (siyasal ve dinsel) dışlanması ile ortaya çıkabilmişse, bu kez bu şartlar gerçekleşmeden aranacak etkinlik de ekonomi politiğin etkinliği olmayacaktır demek yanlış olmayan bir çıkarım gibi geliyor.

O zaman yeni liberal felsefenin kavramları, Arap toplumlarının değişim isteğinin dokusunu da belirleyebilecek demektir bu durumda. Fas’ta da, Tunus’ta da, Mısır’da da salt ekonomiyi canlandırma istenecek, var olan düşünsel yapının tartışılması ve ekonomik alternatiflerin düşünülmesi gündeme dahi gelmeyecektir. Belki bazılarında spekülasyon önlenmeye çalışılacaktır. Mesela Mısır’da, şeriata uygun bir finansal yapı oluşturulmaya çalışılacaktır. Ama İran’la Suudi Arabistan’ın dışında İslamcı kurama göre çalışan bankalar azınlıkta kalacaktır.

Nitekim Patrick Haenni’ye göre Müslüman Kardeşlerin net bir iktisadi alternatif projesi yoktur. Söylenmek istenen, alternatif bir devlet anlayışının yanında bu kesimin yeni liberal iktisadi sistemle bir gerilimlerinin olmamasıdır. Yoksulluğa karşı örneğin hayırseverlik önerilirken, hak eşitliği gündeme getirilmeyecektir. Müslüman Kardeşlerin söylemlerinin yeni liberalizmin kavramları ile dolu olduğu açıktır.

Spinoza-Descartes sürecinden geçmeden, “ben” belirip bağımsızlaşmadan, rasyobelirmeden, birey ve toplum iki egemenin dışında neye dayanarak bir örgütlenme modeli oluşturabileceklerdir.

Eğer hareket devrimsel bir nitelik kazanacaksa, yapısal dönüşümler hangi maddi koşullar ve zihniyet yapılanmalarına dayanacaktır.

Bütün bunlar önemsenmezse korkarım ki süreç yeni liberal proje içinde kültürel ve iktisadi küreselleşmeye bir eklemlenmeden öteye gidemeyecektir.

Yeni liberal düzenin ve onun belkemiği iktisadın dışladığı etik, aynen Batı dünyasında kiliseye bırakıldığı gibi Arap dünyasında da dine bırakılacaktır.

Etik saf dinsel bir düzeye indirgenecektir. İktisadın egemenliğindeki üretim-tüketim dünyası ile insanın manevi dünyasının iki ayrı düzeye denk düşebileceği savı bir kesin inanç olarak Arap toplumlarında da egemen kılınacaktır. Yaşamın, etiğin var olduğu ve olmadığı iki farklı düzeyden oluştuğu tezi bireysel ve toplumsal şizofreniye denk düşmeyecek midir o zaman?

Bu temel sorunları aşmak kaçınılmaz olarak Arap entelijensiyasının, düşünce dünyasının temel problematiği olacaktır.

Batı kendi çelişki ve açmazlarını çeşitli şekillerde dünyaya, Ortadoğu ve Arap coğrafyasına taşımaktadır ve taşımıştır. Ama dikkatli bakıldığında çözüm ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.

Bir sürece daha sonradan dahil olmanın sayısız sakıncalarının yanında ancak tek bir avantajı olabilir, daha önce yapılmış yanlışlara düşmemek.

* Arap Baharı ve Türkiye Panelinde Sunulan Bildiri, 2012, İstanbul

Write A Comment