Finansın iktisadi gelişim sürecinde çok önemli bir yeri olduğu yadsınamaz. Çağdaş iktisat tarihi, hızla gelişebilmiş ekonomilerin sağlam (finansal sistemlere sahip olup, birikimlerini verimli yatırımlara yöneltebilmiş ülkeler olduğunu öğretir. Örneğin “otuz muhteşem yılda” (1945-1975) göz kamaştırıcı bir büyüme hızı yakalayan Almanya, Fransa veya Japonya gibi ülkelerin başarılarında -kuşkusuz başka faktörlerin de yanında- sermaye birikimlerine imkan veren bir finans sisteminin varlığı yadsınamaz. Yine, finans ile endüstri arasında yoğun, sağlam ve nerede ise içiçe bir birliktelik oluşturan Güney Kore örneğini de bu bağlamda gözden uzak tutmamak gerekir. Belirtilen dönemde dünya ticaretinin hızla büyümesi de büyük ölçüde piyasalardaki sermaye birikiminin doğru ve isabetli bir şekilde bu yöne kanalize edilebilmesi ile mümkün olmuştur.
Finansın Küreselleşme Süreci veya Tasarrufçuların Zaferi
Son otuz yıl içinde ise globalizasyon süreci ile birlikte finans da önemli değişimler yaşamıştır. Artık mekânsal ve siyasal sınırların ötesinde büyük bir hızla hareket edebilen, ekonomik politik sonuçları itibarı ile de son derece etkili olan finans aitmışlı-yetmişli yıllardaki niteliklerinden uzaklaşarak yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Liberalize olmuş finansa geçişin temelinde zengin ülkelerin ve ABD yönetimlerinin bulunduğunu öncelikle belirtmekle birlikte bu evriminin nedenlerini yetmişli yılların ortalarından itibaren küresel boyutta yaşanan çeşitli oluşumlarda aramak gerekir; 1930’lu yıllardaki krizler sonucunda alınan istikrar önlemleri ile bir yandan bankalar arası rekabet kısıtlanmış diğer bir yandan faiz oranlarının denetimi ile finansal sisteme istikrar getirilmeye çalışılmıştı. Fakat kapalı ve banka egemenliğine dayanan bu çerçeve 1970’li yıllarda, etkinlikten uzak olarak değerlendirilmeye başlandı…
* İktisat Dergisinde Yayınlanan Makalenin Aslından Alıntıdır, Sayı: 438, Haziran 2003, İstanbul
