Paris Antlaşması’nda hedeflenen bir amaç vardı: Küresel ısınmayı 2 derecenin altında tutmak. Bunun için birçok önlem alınmış fakat çok önemli noktalardan biri olan et üretim ve et tüketimine pek fazla değinilmemişti. Halbuki bilim insanları özellikle sığır üretiminin ısınmanın en önemli nedenlerinden biri olduğunu ifade etmektedir.

Gerçekten de dünyadaki et ve et ürünleri tüketimi bugün 330 milyon ton düzeyindedir. Bu aynı zamanda eşit miktarda hayvanın yenmek için beslenmesi ve öldürülmesi anlamına gelecektir. Aynı amaçla dünyanın her yerinde, topraklar hayvan beslenmesine elverişli hale getirilmekte, eş bir deyişle çoraklaşmasına neden olunmaktadır. Ormanlık alanların yok edilmesinin temel nedenlerinden biri durmaksızın artan hayvan üretimine yer açmaktır. Amazonların ve üzerinde yaşadığımız toprakların çoraklaşmasında, insan soyunun zenginleştikçe artan, önlenemeyen hayvan yeme arzusunun yeri görmezden gelinemeyecek ağırlıktadır. Bilim insanlarının verdikleri rakamlara göre ormanlık alanların tahribatının yüzde sekseninin temelinde zenginleştikçe artan bu “iştah” yatacaktır. Çin, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerin büyüme süreçlerinde belirginleşen tüketim tercihlerinde de sözü edilen eğilim açıktır.

Nazik bir deyişle veya iktisadi terminolojiyle “hayvancılık sanayinin” gelişmesi bu iştahın durmaksızın artmasına bağlı olduğu için aslında “doymazlık” olarak nitelenebilecek bu arzu bireysel ve toplumsal açıdan meşrulaştırılmış olacaktır. Sanayi (en azından şimdiye kadar), büyümenin temel koşulu olmuştur. Büyümenin de modern zamanların “ideolojik bilimi” iktisatın temel problematiği olmasından dolayı “hayvancılık sanayisi” ve onu besleyen “iştah” üzerinde derinliğine düşünmek ve bundan kuşku duymak mümkün olmamıştır.

“Hayvancılığın” sanayisi insan iştahını bir yandan kışkırtıp öte yandan doyurmaya soyunurken “milli gelir” rakamlarındaki yeri dolayısı ile de meşruiyetinin tartışılmasını bile imkansızlaştırmıştır.

Bu “sanayi”nin temel girdisinin tıpkı insan gibi bir canlı olduğu gözden ırak tutulmuştur. “Üretim birimleri”ndeki (mezbahalardaki) girdilerin-canlıların haykırışları semaya yükselirken, öldürülme sırası bekleyen hayvanların yüreklerine hapsettikleri gözyaşları, iktisadi etkinliğin gerektirdiği hızdan dolayı sezinlenemeyecektir bile burada. Hıçkıran girdilerin-hayvanların bir an evvel soluksuz bırakılması bu sanayinin temel ilkesi olacaktır.

Istırabına ve haykırışlarına göz yumulanlar ise sanki bu büyük kırımın cezasız kalmaması gereğine inanacaklar ve yer üzerini kendi gözyaşları gibi kurutmaya karar vereceklerdi. Göklerin bütün lanetini insana ve üzerinde yaşadığı toprağa yönelterek intikamlarını almaya çalışacaklardı: Toprak kuruyacak ve üzerindeki insanı besleyeceğine zehirlemeye koyulacaktı. Zehir gökyüzüne bulaşacak, hayat yok olmanın eşiğine gelecekti. Doymaz iştah veya dindirilemeyen “büyüme” amacı kuyruğunu yakalamaya çalışan kedinin öyküsünü veya mitolojinin her tuttuğu altın olan Kral Midas’ı hatırlatacaktı.

***

Aymaz, demagog ve çıkarcı politikacı ise bir yandan iştahın sonsuzluğunu övecek diğer yandan da ağaç ve çiçek dikerek, kedileri okşayarak tahribatın önlenebileceğini söyleyecektir. İktisat da “sürdürülebilir büyümeyi “icat ederek yok etme ve sonunda yok olma düzenini meşrulaştıracak ve sürdürülmesine katkıda bulunacaktır.

Kim bilir, içten içe duyulan bir suçluluk duygusu mu itmiş olacaktır bu türden iki yüzlülüklere hem politikacıyı hem iktisatın profesyonelini?

Bu arada iktisatın soyut matematiksel modellere bu denli düşkünlüğünün altında hazin gerçeği düşünmeyip gizleme telaşının olup olmadığı bir yerlerden takılacaktır akla. Öyle ya, sürdürülemez olanın, sürdürülebilirliğini ileri sürmek için en azından çok saf olmak gerekecektir: Nüfus artışı özendirildiğinde, büyüyen iştahla birlikte öldürülecek hayvan miktarının artacağını bilmek için matematik dehası olmaya gerek olmayacaktır çünkü.

“Hayvancılık sanayi”nin anlamı

Tekrar edersek İnsanlık (biz) hiçbir zaman bu kadar çok et yememişti. Belirtmek gerekir ki bu bastırılamaz iştahta her zaman olduğu gibi zengin toplumlar başı çekecektir; gelir eşitsizliğinin temel sakıncalarından biri, piramidin üstündekilerin alt tarafa modellik yapmaları olacaktır. Hem bireysel anlamda hem de toplumsal düzeyde Girard’dan öğrendiğimize göre taklit aklı genel olarak saf dışı bırakacaktır. Bu sorunda da aynı davranış biçimi gözlemlenecek, yoksulluğu aşabilmiş toplumlarda zenginlerin et yeme tutkusu taklit edilecektir. Bu içinde yaşanılan toplumda da Çin ve Hindistan’da da farksızdır. Taklitle iştah, birbirini kışkırtacaktır. Etin kokusu, insanı ilk çağlarından beri var olana geri döndürecektir.

Et tutkusu, bu durumda iki yönlü olarak karşımıza çıkacaktır bugün. Canlı yok etmeyi amaçlayan bu iktisadi sürecin öncelikle etik bir problematik olduğu açıktır.

Bunun tartışılma zamanı gelmiştir. Demagog politikacı kuşkusuz bunu yapamayacaktır, iktisatçı için de gördük pek kolay değildir bunu başarmak. Onun için filozof ve bilim adamları düzeyinde tartışılması gereken bir süreç olacaktır bu. Yok etmeye dayanan bu sanayinin anlamının derinliğine ele alınması gerekecektir artık.

Batı’da iyi kötü yapılmaya soyunulanın, toplumumuzda herhangi bir yankı bulduğunu iler sürmek mümkün değildir.

İkinci olarak hayvancılık sanayi neden olduğu gaz salınımı ile yer kürenin yok olmasını hazırlayan en önemli unsurlardan biridir. Bu “sanayi” ayrıca bu boyutu ile de irdelenmelidir.

 ***

Andre Gide akla geliyor tekrar. “Çekirgeler” diyor insanlar için. “Geldik, her şeyi yok edeceğiz.”

Safran Foer

Safran Foer’in bir kitabı vardı. Et yemenin zenginlik belirtisi olduğu ülkenizde pek değilse de dünyada şok etkisi yaratmıştı: “Hayvanları Yemek Gerekir mi?”

Kendi çelişkisini içtenlikle ortaya koymuştu yazar. Et yemekten nasıl vazgeçtiğini samimiyetle açıklamıştı.  Leonardo da Vinc’li, Voltaire’li, Tolstoy’lu bir geleneğin ara ara da olsa insan olmanın onurunu hatırlatan isimlerin devamına yazılacaktı ismi Foer’in. Ahlakçılık yapmadan hayvan yemenin anlamı üzerinde düşünmeye davet edecekti herkesi.

Safran Foer, yeni kitabında dünyanın bugün bir kavşağın eşiğinde olduğunu haklı olarak belirtiyor. Bugün yaşayanlar kürenin geleceğini belirleyecekler diyor.

Bu geleceğin belirlenmesinde, hayvan yemek kadar nüfus artışının da önemini vurguluyor. Et yemenin ki yönlü bir problematik olduğunun altını çiziyor o da.

Hırsızlık yapmadan yaşamanın erdemi

Ama Foer ile birlikte asıl olarak sorulması gereken bir şey olacak: “İnsan soyunun, kendini bu dünyanın dışında ve üstünde olarak görüp ondan salt kendi çıkarına bir şey beklemekten vaz geçmesinin zamanı gelmedi mi artık? Yakında buna bile zamanı kalmayacağını ne zaman anlayacak acaba bu soy?

Yazarın dediği gibi: Yeteri kadar hırsızlık yapmadık mı? Yeteri kadar çalmadık mı zaten varlığımızı bile borçlu olduğumuz bu yer üzerinden? Bu dünyadan bir şey çalmadan yaşamasını hiç mi beceremeyeceğiz?

İnsan, Spinoza’nın dediği gibi iştahını dizginlerken ihtirasının kölesi demagog ve vasat politikacının vesayetinden kendini hiç kurtaramayacak mı? Nihayet bu gök kubbe altında tevazu içinde ve dürüstçe yaşamak o kadar zor mu gelecek her zaman iştahı gittikçe kabaran bu varlığa?

İnanamamak!

İnsanın yer üstündeki yaşamı bir kavşağın eşiğini çoktan aşmıştır kimi düşünürlere göre. Kimilerine göre henüz son bir çıkış ihtimali vardır.

Et yeme tutkusu ve nüfus artışı ihtirası gözden geçirilmeden (eğer hala varsa) son çıkışı fark etmemiz dahi ihtimal dışı kalmayacak mıdır?

Siyasal hegemonik saplantıların ötesinde bu konular süratle   tartışılmaya açılmalıdır.

Foer’in Alman ölüm kampların kaçabilmiş bir akrabası anlatacaktır: Kamplar henüz inşaat halinde iken buna dair belgeleri ile rapor düzenleyen bir gazeteciye Amerikalı bürokrat şöyle cevap verecektir: “Belgeleriniz ve kanıtlarınız mükemmel. Fakat izninizle ben böyle bir şeyin olabileceğine inanamıyorum.

Ve insan bu inanılamayanı biliyoruz ki yapabilecekti.

Son çıkışa inanmayan demagog politikacı bireysel ihtirası körüklüyor olabilir. Bu ikiliye teslim olup olmamak öncelikle geleceksizliğin de ihtimal dahilinde olduğuna inanmaktan geçecektir.

Ölüm kamplarından kurtulan Jankélévitch şöyle uyarıyor: “Geleceğin kapıları kapanmış olduğunda tüm bilgimiz ölmüş olacaktır.”

Write A Comment