İklim değişimlerine ve bunun önemine kuşkulu bakanların pek hoşlanmayacakları bir rapor yayınladı GIEC (Hükümetlerarası iklim değişikliği paneli). Buradan çıkan sonuç, insanlık adına pek onur verici değil. “Toprak ana”sına saygılı davranmak bir yana onu yok etmeye yönelik bir davranış içinde çocukları. Tümünün “ana”sı, büyütüp beslediği çocuklarının sorumsuz ihtirası yüzünden yok olmak üzere.

Rapora göre süratle yeni bir üretim biçimine geçilmesi ve toprağın büyük, acımasızca sömürüsünün önünün alınması gerekiyor. Toprak ananın çocukları -en azından bir kısmı- André Gide’in de “Yeryüzü Nimetleri”nde belirttiği gibi bir türlü doyamadıkları için, kendilerini var edenin, onları büyütenin tüm sütünü kurutmak üzere. Yoğun toprak kullanımı ve üzerinde yetişen ürünleri sınırsızca, açgözlü bir şekilde tüketme isteği toprağın doğurganlığını ve yaşayabilirliğini yok etmek üzere.

İklim değişikliği ve çölleşme sonucunda verimliliği azalan topraklar, gıda güvenliğini azaltsa bile anlık hazza programlanmış insan, annesinin çığlığını duymazdan geliyor.

Paleoklimatologlara göre topraklar, iki unsurdan kaynaklanan büyük tehdit altında. Bunlardan birisi, insan ise diğeri de iklim. O da sonuçta insan faaliyetinden büyük oranda etkilendiğinden aslında tek tehdit, sadece insanın kendisi.

1960’tan beri BM’de tutulan istatistiklere göre dünya nüfusunun çoğalması ve bir kısmının açgözlü, savurganca gıda tüketimi topraktaki verimsizleşmenin büyük nedenlerinden kimileri. Ayrıca buna hayvan üretim faaliyetinin de ulaştığı inanılmaz boyut eklendiğinde bugün toprakların yarısına yakınının yok olmasının nedenleri açıkça anlaşılmaktadır.

Yaklaşık 500 milyon kişi bugün, çölleşen topraklarda yaşıyor. Güney ve Doğu Asya ülkeleri bunlardan etkilenenlerin en başında. Din ve bölüşüm kaynaklı kavgaların cehenneme çevirdiği içinde bizim de bulunduğumuz Orta Doğu toprakları da bu çölleşmeden payını almış görünüyor.

Geçtiğimiz haftalarda su baskınları, sıcaklık dalgaları, kuraklık ve yangınlarla cehenneme dönen dünyada insan; hazzın doruğunda yaşamaya devam etmek istiyor. Bilinçaltında muhtemel yarın korkusu varsa bile Cervantes’in de Freud’un da dediği gibi insana özgü hainliğin ve doymazlığın burada payı olmadığı söylenemeyecektir. 

***

 Uzmanlık gerektirebilecek bu tahlillere girmeden burada büyük bir paradoksun altı çizilmek istenecektir. Bilim insanlarına göre toprak, karbondioksit salınımının hem emicisi ve engelleyicisi hem de kaynağı. Diğer bir deyişle toprak, iklim değişikliğini bir yandan engelleyebilecek diğer yandan da sera gazı salınımıyla etkileyebilecek özelliğe sahip. Orman ürünü faaliyetindeki artış, tarımsal üretimdeki patlama, et yeme hazzının hayvan üretimini her türlü ölçünün üzerine çıkarması, bugün bu sorunun temel nedenlerinden diğerleri.

Paradoks, iklim sorununun çözümü için getirilecek önerilerin yoksulluğun durdurulması için önerilen çarelerle çelişmesi. Unutulmaması gerekiyor ki dünya nüfusunun en az yedide biri açlıkla pençeleşiyor.

Durmaksızın artan nüfus; gerekli olmayan üretim artışının, insan hazzının kışkırtılarak ebedileştirilmesi ikilemi ağırlaştırıyor.

***

Nükleer reaktörlerde yangınların söndürülememesinin bir nedeni, bu işlem için gerekli suyun da artıklarla kirletilmiş olmasıdır. Aynı çıkmaz bu tarafta görünüyor. Yoksulluğu gidermek amacıyla ve kışkırtılan sonsuz tüketimi doyurmak için büyümenin arttırılması gerekiyor. Büyüme ise yoksulluğu gidermek ve yaşamak için gerekli toprağı ve havayı yok ediyor.

Modern zamanların başında Spinoza’nın dikkat çektiği temel bir sorunla yüz yüze geldi insanlık: Pas demiri yiyor.

Greenpeace’in son raporuna göre büyük hacimli araba üretimi, iklim sorununu ağırlaştırıyor. Otomobil üreticileri bu yorumun doğru olmadığını söylüyor, gösteriş tüketimi ise hiçbiriyle ilgilenmiyor. Post modern zamanlarda var olmak için görünmek gerekiyor. Büyük olan gösterişli olandır.

İçinde yaşanılan iktisadi sistem bütün bunları gerekli kılıyor.

***

Kristof Kolomb, modern zamanları açarken bir kilisede şu konuşmayı yapacaktır: “Bizimle gelin değerli arkadaşlar, burada yoksulluk içinde yaşıyorsunuz sizi götüreceğim yerde damı altından yapılmış evler bulacaksınız. Bu seyahatten (Amerika’dan) zengin ve mutlu döneceksiniz.”

Kolomb ile sonsuz zenginleşmenin ve modern zamanlara özgü kışkırtılmış doymazlığın önü açılmış olacaktır.

***

Mahşer, her şeyin yok olması demek değildir mutlaka. Bu, Hollywood filmlerine özgü olabilir ancak. Bugünün mahşeri ise bu dünya üzerinde ilerlemenin artık sonuna gelinmiş olunduğu gerçeğidir. Bu algılanmadan yeni bir gerçeğe yeni bir yaşama geçilemeyecektir. Spinoza’nın dediği gibi hazzın çılgınlığındaki insan, bu korkuyu algılamadan yeni bir umudu ve var oluş biçimini algılayamayacaktır.

***

Bitirirken, altı çizilmek istenen büyük bir çelişki daha olacaktır: İçinde yaşadığımız iktisatın dünyasında veya kapitalizmde; iktisadi ajanlara ve onların özgürce, çılgınca rekabetine methiyeler düzülür. Soruyoruz; bundan “büyüme”nin kavram olarak aşıldığı, çılgınca ihtirasın frenlendiği bir sistem nasıl çıkabilir ki? Yoksa öze dokunmayan, göz boyayıcı önlemlerle mahşerin etrafında tehlikeli dansa devam mı edilecek?

* İlgili yazı, Şalom Dergisinin Ekim 2019 sayısında yayımlanmıştır.

Write A Comment