Bir Düş
Spinoza’nın ailesinin İspanya’dan zorunlu olarak başlattığı yolculuk Amsterdam’da değil de, İstanbul, Edirne veya İzmir’de sona erseydi acaba ne olurdu?
Kısa bir köşe yazısı çerçevesinde yanıt bulunması nerede ise imkânsız bu soruya cevap aramak, aslında küçük bir zihin oyunu olarak aydınlatıcı olacaktır. Yine de arayışın tümüyle hayali olmaması için sorunun kapsamını daraltarak ve asıl irdelenmek isteneni vurgulayarak devam edelim. Éthique’in yazarından çok önce bu ülkenin toprakları üzerinde yaşayan Yahudi toplumu kendisi ile beraber aynı sinagoga gidip gelen ve orada eğitim gören bu filozofun daha sonra söyleyip yazacaklarından nasıl etkilenecekti? Bu dindaşlarının Tanrı’ya, dine, insana, akla, özgürlüğe, bilime, politikaya, vs. dair ortaya koyacağı radikal önerileri nasıl karşılayacaktı?
Bu sorulara yanıt aramak bir varsayımı kabul etmekle mümkün olabilecektir. Spinoza’nın 17. yüzyılda bu topraklar üzerinde filozof olarak yaşayıp yazmasının mümkün olamayacağını bir an için unutmak gerekecektir. Aksi takdirde asıl sorunun tartışılması imkânsız hale gelecektir.
“Zihin oyunlarına” devam edilirse, “Spinozalı Osmanlı”da yaşayan Yahudi toplumunun kaderinin bu durumda artık çok değişik titreşimlerle örülebileceğini düşünmek çok da yanlış olmayacaktır. Mesela, Spinoza’nın geçtiği bu topraklar üzerinde Yahudi toplumunu yüz yıllık uykusundan uyandıracak entelektüel böylece gün yüzü görmüş olacaktı. Aklın övgüsündeki Yahudi filozofun yaşadığı varsayılan bu ülkede kurtarıcı olarak hayaller ülkesinden gelecek olanlara bel bağlanmayacaktı. Modern zamanların eşiğinde hâlâ Mesih yanılsamaları içindeki bu toplum, artık bir Sabetay Sevi1 üretmeyecek, entelektüelinin ve aklının ortaya koydukları ile övünecekti. Kurtarıcısını gökyüzünün düşlerinde değil aklının derinliklerinde arar olacaktı kuşkusuz. İki bin yıllı aşkın acı dolu düşleri sonlandırmanın yollarını da aklının önderliğinde ve entelektüelinin katkısı ile arayacaktı. Sabetay Sevi hakkında ne düşündüğüne dair soru da aklın ve entelektüel duruşun tohumlarını eken Spinoza’ya sorulmamış olacaktı böylece.
“Umut korkunun bir diğer yüzüdür” diyen Spinoza’nın açtığı yolda bu dünyaya anlam vermek, aklın ve entelektüelin işi olacaktı o zaman. Bu toprakların Yahudisi de Spinozalı Batı’nın Yahudileri gibi farklı varoluş şekillerinin, farklı Yahudilik biçimlerinin mümkün olabileceğini düşünmeye başlayabilecekti. Hayallerin ve yanılsamaların dünyasında yavaşça bilime yer açılmış olacaktı artık. Buralı Yahudi de Batı’daki benzerleri gibi gerçeği bilim-felsefe ile arayacaktı bu durumda. Belki de aklın öncülüğünde düşünme ve bilme sevgisinin -neden olmasın-, zenginlik biriktirme tutkusuna tercih edilebileceğini kendi entelektüeli sayesinde düşünmüş bile olacaktı o zaman.
Ve Spinozalı toplum, modern zamanlardan öğrendiği aklın toleransında kendi ile nihayet eşit gördüğü “öteki”nden(goy)2 yüksek sesle eşitlik talep edebilirdi belki de.
Çünkü kendisi artık tıpkı Alman veya Hollanda Yahudisi gibi aklın önderliğinde bir bilim üreticisi olarak, tüm insanlığın ortak zenginliğine katkı yapacaktı. Üstelik bu coğrafya üzerinde o zamanlara kadar pek rastlanılmayanı, entelektüeli üretmiş olacaktı. İnsanlığın ve içinde yaşadığı toplumun kültür bahçelerine kendi çiçeklerini ekmiş olacaktı böylece. Batı’daki Yahudiler gibi Ricardolu, Mendelssohnlu, Freudlu, Proustlu, Derridalı, Troçkili çiçekler olacaktı bunlar.
Entelektüel Olmayınca…
“Zihin oyununu” bırakıp Spinozasız kalmış bu topraklar üzerindeki Yahudi’nin ve toplumunun evrensel çapta entelektüel çıkaramamasının kimi nedenlerini ve sonuçlarını vurgulamadan önce şunu belirtmek gerekecektir; aklın egemenliğindeki modern zamanlarda insan ve tabiat anlam kazanmak için kaçınılmaz bir şekilde entelektüele ihtiyaç duyacaktır. Entelektüel, yer üzerini yorumlayıp anlamlandırmakta din adamının yerine geçendir.
Modern zamanlarda entelektüelsiz bir dünya artık anlamsızdır. Aydınlanmanın, özgürleşme ve gelişme projesinin taşlarını döşemek, entelektüele de ait olacaktır. Hatta bir adım ileri gidildiğinde yer üzerindeki yaşamın normlarını üretmekte artık entelektüelin katkısının vazgeçilmez olacağını ileri sürmek, bilemeyiz yanlış olur mu?
Spinoza da insan algısını geliştirip tabiatını güzelleştirmek için entelektüelin varlığını kaçınılmaz görecektir.
Levinas tarafından Yahudi entelektüeli bunalıma sürüklemekle suçlansa bile, Spinoza Batı’da entelektüele yolu açacak ve Yahudi düşünüre cesareti öğretecektir. Başkaları gibi Marx’ın da gideceği yolun ilk harcı çok önceden onun tarafından atılacaktır. Yahudi düşünür bir anlamda onunla özgürleşecektir. Kendi başına yeterli olmayan insan algısını geliştirmek entelektüelin işi ise bu kuşkusuz bunalımlı bir süreçtir. Fakat özgürleşme özü itibari ile zaten dolambaçlı bir yol değil midir?
Freud’u, Einstein’ı ve Arendt’i ile Yahudi entelektüel, Batı’da onun açtığı yolda kendini inşa edebilecektir. Almanya’daki Yahudi toplumu Orta Çağ karanlığından mesela Mendelssohn’la3 kurtulmayı denerken, kuşkusuz aynı tarihlerde büyük Kant da aklın övgüsünü yapıyor ve Mendelssohn’u en büyük filozof olarak tanıtıyordu. Lessing de Mendelssohn’u ikinci Spinoza olarak öne çıkarıyordu.
***
Buna karşılık egemenliğin akla devrinin gerçekleşmediği, üzerinde yaşanılan bu toprakların Yahudisi ise aynı süreçte kaçınılmaz bu yazgıdan nasibini alacaktı. Kantsız kalan bu topraklarda Mendelssohn da olmayacaktır. O zaman Arendt de olmayacaktır. Kafka da burada gün yüzü görmeyecektir.
Modernitenin uzağında kalan Yahudi toplumu içinde yaşadığı toplumla, Osmanlı-Türk toplumu ile, uyum halinde olacak ve bilincini kutsaldan devralmayı düşünmeyecektir!
Yahudilik yaşantısı böylece kutsal metine ve onun tek yorumuna bağlı kalacaktır bu topraklarda.
Batı’da Spinoza, Deutscheer, Buber ile yeni Yahudilik biçimleri tartışılırken bu toprakların üzerinde böyle bir çoğulculuk da mümkün olmayacaktır.
Aklın uzağında ve onun pırıltısından mahrum kalan Yahudi Toplumu böylece Batı’daki dindaşlarının içinde yaşadıkları topluma ve uygarlığa olan katkılarını da gerçekleştiremeyecektir.