Salt zenginleşme (daha çok mal üretmek, sahip olup tüketmek) bu durumda uzamsal ve düşünsel bir varlık olarak insanın sadece bir yönünü geliştirecek ve ortaya garip bir yaratık çıkacaktır.
Var olma salt duyumlara, o da tat alma duygusuna, hazza indirgenecektir. Haz asıl olan olunca felsefe de “carpe diem”le sınırlandırılacaktır.
Soluyacağımız temiz havadan yüzeceğimiz suya, oradan da balıklı nefis yemeklere düşmanlık yapan terörist güçler(!)’in başında bilim insanları geliyor.
Kimi batı ülkelerinde devam eden bir yaz ve bunun mutluluğunu! yaşayan insanlar…Deniz, güneş, parıldayan kumsal… Yazın nimetlerinden kışın da yararlanmanın sevinci okunuyor gözlerden. Ekonomiye de yansıyor tabi bu…
İnsan refahını ve böylelikle aslında mutluluğunu salt maddi mal toplamı (üretimi ve tüketimi) ile değerlendirmek çok da eskilere dayanmaz. Felsefe tarihi boyunca Aristo’dan “neşe filozofu” Spinoza’ya çok sert bir şekilde eleştirilmiştir böyle bir özdeşlik…
Rousseau’dan Smith’e, Sénèque’ten La Bruyére’e tüm ahlak filozoflarınca kötülenmişti gereğinden fazla tüketim. Gösterişe dönük olanı ise tümden aşağılanmıştı. İktisatın dünyasında ise tüketim miktarı büyüme hesaplamalarında, herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan kullanılıyor, diğer bir deyişle insan toplumlarının refah düzeyi onunla ölçülüyor.