Bilme saf ve önü alınamaz bir tutkudur (passion), diğer bir deyişle şeylerin ve varlığın özüne ilişkin bir tanıma ve ona ulaşma ihtirasıdır. Önü alınamaz bir tutkudur.
Freud muhtemelen Spinoza’ya mektubuna devam ederek kendi alanındaki çalışmalarından söz açacak ve buradaki bulgularının 300 yıllık bir zaman aralığında “Tractatus’la” nasıl örtüştüğünü anlatacaktır.
“İnsanlar özgür olduklarını sanırlar” der Spinoza. Emindirler bundan. Her şey gibi bunu da çok iyi bildiklerinden kuşkuları yoktur. Gururludurlar bu nedenden dolayı.
Felsefe eksiklikten doğar. Filozof eksikliğin olduğu yerde yaşam bulur. Eksiklik, önce insana ait en temel eksikliktir; kendine ait, dış dünyaya ait bilginin tam olmamasıdır.
Umut, sanılanın aksine korkunun bir diğer yüzüdür. Korkunun etkisindeki bir ruh hali, bundan çıkış yolunu bulamadığında geleceğe dönük bir hayal büyütecektir kendi derinliklerinde. Düş’ün akılla bir ilişkisi olmayacağı için insan, yarına dair bu beklentisine umut ismini verecektir.
İnsan refahını ve böylelikle aslında mutluluğunu salt maddi mal toplamı (üretimi ve tüketimi) ile değerlendirmek çok da eskilere dayanmaz. Felsefe tarihi boyunca Aristo’dan “neşe filozofu” Spinoza’ya çok sert bir şekilde eleştirilmiştir böyle bir özdeşlik…
Ekonomi politik modern dönemlerin asli bir unsurudur. Ama modernitenin içinde, örneğin Rousseaucu bir “konstrüktivist” toplum kurgulanmasının reddinde yaşam bulan özgün bir felsefenin ürünüdür. Bu anlamda yer üzerindeki yaşama ait bir algıdır da.
Yeni iktisat biliminin insanı rasyodan ibaret varsayılınca, duygu da eylem nedeni içinde yer almayacaktır. Bu şekilde, tek başına ve rasyosu ile kendine yeterli olan maddi bir dünyanın bireyi için, diğerleriyle ilişkiye geçmenin tek aracı kalacaktır; birey diğeri ile rekabete girerek garip bir şekilde ilişki tesis edecektir.