Durumun tespiti daha önce yazılmış yazının tekrarını gerekli hale getirmiştir

Ekonomi politik filozofu J. S. Mill şöyle yazacaktır 1859’da:

“…Bir düşüncenin susturulmasındaki asıl kötülük, onun insan soyuna, yaşayan nesle olduğu gibi gelecek nesillere karşı da despotik bir davranış niteliğini taşıyor olmasıdır. O düşünceye taraftar olanlardan daha da fazla, o düşünceye katılmayanlara karşı haydutça bir davranış olmasıdır. Eğer düşünce doğruysa insanlar, yanlış olanı doğru olanla değiştirmek olanağından yoksun bırakılırlar. Eğer yanlışsa, hemen hemen aynı derecede büyük bir yararı, yani gerçeğin haksızlıkla çarpışması sonucunda onun daha açık olarak anlaşılmasını ve daha canlı bir etki yaratma fırsatını, elden kaçırmış olurlar.

Boğmaya kalkıştığımız düşüncenin yanlış bir düşünce olduğundan hiçbir zaman emin olamayız. Bundan emin olsak bile, onu boğmak gene de kötü olacaktır.

Otorite tarafından sindirilmeye çalışılan düşünce, pekâlâ doğru olabilir. Onu ortadan kaldırmak isteyenler, doğal olarak onun doğruluğunu yadsırlar; fakat yanılmaları da mümkündür. Sorunu bütün insanlık adına kestirip atmaya ve diğer herkesi yargılama olanaklarından yoksun bırakmaya hiçbir otoritenin yetkisi yoktur.

Bir düşüncenin açıklanmasını, otorite bunun yanlış olduğunu ileri sürdü diye yasaklamak, mutlak doğrunun sadece otoriteye ait olduğunu önsel olarak kabul etmek anlamını taşır.

Bir tartışmayı susturmak, yanılmazlık taslamayan gururlu bir davranışla eşdeğerdir…”

Özellikle Smithyen ekonomi politik zenginleşmenin bilimi olacak ama onun ötesinde modernitenin ufuklarında yepyeni bir dünya oluşturma uğraşısına denk düşecektir. Modernitenin, kutsal olanın ötesinde oluşturmak istediği dünyasının somutlaştığı mekân olacaktır. Ekonomi politik filozofunun kurgusu, otoritenin ötesinde yer üzerinde özgürce var olmanın sorumluluğunu yüklenen insanın önce birey olarak ve oradan hareketle toplumun içinde var olmasının tasarımıyla özdeşleşecektir. Gauchet’in deyişiyle; bu dönemde kutsal olan uzaklaştırılacaktır. Siyasa tanrısızlaştırılırken, toplumun, prensin otoritesinin ve muhtemel despotizminin ötesinde var olma biçimi kurgulanacaktır.

Kaçınılmaz olarak bu durumda ekonomi politik rahibin, prensin ötesinde yeni ve özgün bir etiğin oluşumuna denk düşecektir.

Ekonomi politiğin salt bir zenginleşme olarak algılanması modern sonrası döneme, modern sonrası kapitalizme ve nihayet geç kapitalistleşme dönemlerine ait olacaktır. Ekonomi politik iktisada dönüştürülürken asli projesi unutturulacaktır. İnsan ve toplum yaşamı bu aşamada sınırsız zenginleşme ve tüketme alanına sıkıştırılacaktır. Zenginleşme başlı başına özgürleşme olarak sunulurken, “büyümenin tutsaklığı” çözümlenemez ve aşılamaz bir paradigma olarak belirecektir.

Yorum Yazın