Sert bir yumruk yemiş gibiyim…
Ağır bir darbeyle boşluğa savruldum sanki… Çok yeni duydum…
Halbuki 3 Temmuz’da ölmüş…
Bu dünyada hiç kimseye ağırlık yapmamak için, kendi hayaletini dolaştırır gibi yerçekimsiz yaşayan Metin Sarfati aramızdan ayrılıp gitmiş.
Bıraktığı çarpıcı ve düşündürücü vasiyetinde ölümünün yirmi gün gizlenmesini istemiş olması, çok uzun zamandır çektiği hastalığını bir günah gibi en yakın çevresinden bile saklaması, son günlerini kendi yalnızlığında yaşaması… Bunların hepsi kendi yaşam üslubunun uzantıları aslında.
Zaten bu topraklarda Moşe adını alarak doğan günahsız bebeklerin Metin adıyla yaşamak mecburiyetinde kalmaları, onların hayalet gibi yaşamaya ta baştan insafsızca mahkum edilmeleri demek değil miydi ?
Rastladıkça onun ‘’güvercin tedirginliğiyle’’ yaşıyormuş olduğu hissine kapılırdım…
O bitmez tükenmez tedirginlik ve doğduğu andan içine düştüğü sosyal travmalar Metin Sarfati’nin hep ‘’varoluş’’ sorunuyla boğuşmasına neden oldu…
İktisat profesörü idi ama ömrünü insanın sırrına vakıf olmaya harcadı…
Yüksek bir enerjiyle kitaplar, makaleler, paneller, çalıştaylar, projeler peşinde koşarken iktisat üzerinden hedeflediği hep insana ulaşmaktı…
Gerçeği, kendi yaşamsal macerasıyla özdeşleştirdiği, meftunu olduğu Spinoza’da aradı…
Bizlere vasiyet olarak bıraktığı son kitabı tüm bunların anlamlı özetidir:
‘’Yahudi İnsandan İnsan Yahudi’ye’’…. Sarfati’nin ölümü beni gerçekten çok üzdü.
Varoluş sorgulamasını hiç bitirmeyen ve hep bunun getirdiği güvencin tedirginliğini yaşayan Sevgili Dostum’u yitirdim..
Moşe dostumu…
Metin Sarfati arkadaşımı, ona yakıştırdığım mısralarla uğurlamak istiyorum :
‘’Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…’’
Onu bir sonsuzluğa emanet ediyorum…
Yaşamda hep aradığı huzuru o sonsuzlukta bulmasını dileyerek…