Tüm çabamız iyinin ilerlemesini ve yaygınlaşmasını sağlamak, buna karşılık kötüyü tecrit edip sistemleşmesine engel olmaktır.

Paul Ricoeur

6) Kaçınılmaz Olana Hayret Etmek!

Kaosun teorisyeni, büyük matematikçi Benoit Mandelbrot, fraktalları1 incelemekle ünlenecek bununla birlikte iktisadi düşünce tarihine ilgisi ve hakimiyeti onu finans ve iktisat teorisi üzerine verimli çalışmalara yönlendirecektir. Kuşkusuz amacı yatırımcıya zenginleşme reçeteleri önermek olmayacaktır. Tersine son derece karmaşık bir yapısı olan insanın ve toplumun, kendi deyişiyle çok basit kimi kriterlerin üzerinde yükselen finans matematiğin yol göstericiliği yapmasını nasıl kabul ettiğini sorgulayacaktır.

2004’de finans piyasaları için şöyle yazacaktır: ‘’Günümüzde bunlar toplumsal ve iktisadi refahımızın itici gücüdürler. Fakat küresel finans sistemi hakkında bildiklerimiz arabamızın motoru hakkında bildiklerimizden daha azdır.’’ Şöyle devam edecektir Mandelbrot: ‘’Yaşantımızda böylesine ağırlıklı bir yeri olan finansın yöneticilerinin bu konudaki bilgisi aslında Şaman rahiplerininkinden fazla değildir. Anlaşılıyor ki hayatımızı bu rahiplere emanet etmeye karar verdik.’’ (Mandelbrot,2014:32)

Haksız da olmayacaktır Mandelbrot, finansın büyüsünü Şamanizme benzetirken. İkisi de gerçekliğin efsunlu bir algısını bugün dünya toplumlarına üfleyip yanılsamalar ve hayaller içinde yaşamalarına neden olmamakta mıdırlar?

Denge ve etkinliğe dayanan iktisat teorisini eleştiren Mandelbrot’a göre bireylerin ve toplumların eğilimlerini hesaplanabilir ve öngörülebilir olguların ortalamasıyla ilişkilendirmek doğru bir yöntem değildir. Bunların hepsi zaten eğrinin orta noktasına doğru birikecektir. Bu şekilde ancak öngörülen hesaplanabilecektir. Hâlbuki buradan yola çıkarak beklenmeyen yani kriz durumu açıklanamaz.  Fakat asıl önemli olan eğrinin iki ucundaki bu oluşumları açıklamaktır. İktisadi yaşamı krize sürükleyecek olan beklenmeyen oluşumlardır. Öngörülemeyenler ancak uçlarda tahlil edilebilecektir. Şöyle yazacaktır bu konuda Mandelbrot: ‘’Standart finans teorileri rahatlıkla bilinebilen ve genellikle en iyi huylu tesadüfleri dikkate alırlar. Hâlbuki piyasaların vahşi ve korkutucu durumlara tanık olmaları sıradan bir olgudur; bu durumlarda vahşi denebilecek ihtimaller somutlaşabilirler.’’  Mandelbrot buna fraktal şekiller diyecektir (Mandelbrot,2014:46). Bu şekiller çan eğrisiyle yani normal diyebileceğimiz dağılımla çelişki halindedirler. Burada normal dağılım çerçevesinde pek ihtimal dahilinde görülmeyen mümkün hale gelebilecektir. Sorun bu durumda mümkün olabilecek olandan bizi ayıracak zamanın tahmin edilememesidir. Örneğin bir finans krizinin veya felaketin başlaması ile bizi ondan ayıran zaman belirsizdir. Mandelbrot fraktal yasaya göre, o belirsiz zaman geçtiğinde felaketin gerçekleşeceğinin mutlak olduğunu ileri sürecektir.

İşte krize giden yolda aktörlerin çılgınlığı burada yola çıkılarak anlaşılabilecektir. Aradaki sürenin bilinmezliğinde yatacaktır temel sorun. Bu aralık uzadıkça finans aktörleri beklenen hiç gerçekleşmeyecekmiş yanılgısında, son ana kadar yükselişten yararlanmaya çalışacaklardır.

Felakete çok yaklaşıldığında bile yatırım çılgınlığının daha doğrusu spekülatörün çılgınlığının artması buna bağlanabilecektir. Nihayet büyük bir sarsıntı ile çöküntü başladığında, diğer bir deyişle aslında beklenen gerçekleşip, kriz patladığında bu büyük bir hayretle karşılanacaktır.

Gerçekleşmesi kaçınılmaz olan biliniyor olmasına rağmen gerçekleşme süresi uzadıkça gerilimin artması aslında tek olan gerçekliğin farklı biçimlerde algılanma olasılığını da doğuracaktır: Felaketi görenler onun yaklaştığını haykırırken aradaki zamanın uzaması son anda bile bundan fırsat umanları, olabilecek olanı görmezden gelmeye itecek ve uyaranları felaketçilikle suçlayabileceklerdir.

1989’da Sovyetlerin çöküşü üzerine de aynı doğrultuda şöyle yazacaktır Mandelbrot: ‘’Kaos teorisi bize insanın tarihi inşa etme nedenleri ile tarihi fark etmeme nedenlerinin tıpatıp aynı olduğunu gösterir. ‘’

***             

Kaçınılmaz olanın kaçınılmaz olmadığı artık anlaşıldı. Yaklaşan felaketi görmezden gelenler tarihi fark edemiyorlar mı Mandelbrot’un belirttiği gibi?

7) Anthropocene’in etiğini aşmak…

Alexander de Humboldt, Schiller’e yazdığı bir mektupta, ‘’yer üzerindeki yaşamın nasıl kök saldığını ve ardından nasıl evrildiğini inceliyorum diyecektir.’’  Humbolt burada insanın çevresini yavaşça nasıl dönüştürdüğünü ve kendi yaşamına, kullanımına uygun ekosistemleri nasıl yarattığını vurgulamak isteyecektir. Tabii, problematiğinin özünde, insanın bu sistemlerin içinde temel bir karar verici güç olduğunu vurgulamak olacaktır. Bu tezde insanın doğal tarihiyle, tabiatın insana ait tarihini ilişkilendirmek isteyecektir.

Modern zamanların ise böyle bir tezi olmayacaktı. İnsanın tarihi evrenin tarihinin merkez noktası olacaktır çünkü. Tabiat olsa olsa edilgen ve insana tabii konumdadır burada.

Humbolt’un ölümünün ardından neredeyse 200 yıl geçmiştir bugün ve onun tezi modern zamanlarınkinin yanında kaybolup gitmiştir. İnsanın tarihi doğanın tarihinden koparılmıştır. İnsan, birbirine karşıt olsalar da , teolojik öğretiye ve kendi gururlu rasyonalitesine uygun bir şekilde tabiatı ötekileştirerek ona egemen olmaya soyunmuş ve  bitmez ihtiraslarının, tatmin olmaz ihtiyaçlarının yönetiminde bugün artık. Humbolt’un önerdiğinin tersine yer küreyi daha az yaşanabilir hale getirmeye çalışmaktadır (Descola,2015:8). Bunu da başarmaktadır.

Nadir kaynaklar efsanesinden kalkarak tabiat üzerinde oluşturduğu despotizmini etik bir çerçeveye oturtmayı da ihmal etmeyecektir bugün insan.

İktisadi daralmanın tek alternatifinin sonsuz bir iktisadi büyüme ve zenginleşme olarak algılandığı günümüzde Claude- Levy- Strauss’un da belirttiği gibi tabiatın ve diğer tüm yaratıkların tarihinin insanın tarihinden koparılması ve sonuna kadar sömürülmeleri kaçınılmaz olarak yabancılaşmaya ve tabiatın alt edilecek bir düşman olarak görülmesine yol açacaktır.

İhtiyacının sonsuzluğunda savrulan iktisadın insanı, homo economicus, benzerlerinin yanı sıra, tabiatın egemenliğine ve sömürüsüne soyunurken modern zamanların sözü edilen insanına modellik de yapacaktır bir anlamda. Bu, rasyosunu kuşanmış, teknolojisinin öncülüğünde doğayı tahakküm altına alan bir insan modelidir. Modern zamanlardan itibaren son derece hızla gelişen güçlü bir dönemin kapıları böylece açılacaktır.

Tabiat, insan ikileminde temel belirleyici artık insandır: Bu durumda kaçınılmaz bir şekilde, olan bitenin sorumlusu da insan olacaktır; ‘’Anthropocene’nin’’2 dönemi açılmıştır. İnsanlık artık bizzat insan eyleminin son ufku değildir.

Kimi filozoflar ve doğa bilimciler buna karşı çıkacaklardır; doğal olarak Tanrının en çok tercih ettiği yaratığı veya modern zamanların en büyük mimarını, insanı, bugün evrende ve tabiattaki tüm tahribatın temel sorumlusu olarak kabul etmeleri kolay olmayacaktır. Fakat bugün tabiattaki tahribatın, iklim değişikliğinin ve nihayet bütün ekolojik sistemin yok olma eşiğine gelmesinin, temel sorumlusu bu insan modeli olacaktır. Anthropocene çağa geçişin temel mimarı gururla seyredecektir eserini.

Bugün ise tahakküme başkaldıran tabiatın gazabının korkusu ufukları sarmıştır. Yer üzerindeki yaşam, görmek isteyenler için artık bellidir ki tehlike büyüktür. Buradan itibaren ilginç bir tartışma başlayacaktır (Larrére,2015:46). Bir teze göre iklim mühendisliği ile yani rasyolu bilimle ve iktisadın düzeninin içinde kalarak bugün varılan aşamadaki yıkımlar tümüyle telafi edilebilecektir. Modern zamanların şaşmaz bilimsel öngörüleriyle rasyo kendi yarattığı sonuçlara çare bulabileceğini ileri sürmektedir. İklim mühendisliği böylece yukarıda vurgulanan modern zamanlara ait temel bir çelişkiyi dikkate almadan sanki ortada bir şey yokmuş gibi algılayacaktır dünyayı. Modern zamanların temel çelişkisinin üzerine ve onun devamında konumlandıracaktır kendisini. İnsan aklının yer küre üzerindeki egemenliği böylece devam ettirilecektir. Evrendeki yok oluşların temel unsurlarından teknolojili bilim şaşmaz ve tevazudan uzak öngörüleriyle yeni baştan bunun sonuçlarını düzeltmek için kullanılacaktır. İlke aynıdır; madem biliyoruz öyleyse yapabiliriz. Bilim öngörüye muktedirdir. Öyleyse iklim mühendisliği anthropocene çağın etiğine dokunmadan sonuçların düzeltilebileceğini anlatacaktır. Modern zamanın insanının ve ihtiraslarının özüne dokunulmayacaktır; Homo-Economicus’un ihtiyaçları yine sonsuz kalacaktır. Gelecekten bireysel, toplumsal borçlanmalar devam edecektir. Doğaya ve diğer yaratıklara olan borçluluk söz konusu dahi olmayacaktır. Ödenmesi bir yana yenileri aranacak ve ödenmeyen eskilerin ilave edilecektir. Gelecekten borçlanma, anthropocenenin etiğinin temel unsurlarından olmaya devam edecektir. Onun özüne dokunmak tasavvur dahi edilmeyecektir. Modern zamanların insanının tutkuları asla gemlenmeyecektir. İnsan olan fethetmek ve sömürmek için gelmemiş midir dünyaya?

Humboldt tersini göstermek istemişse bile modern döneme ait bir olgu olarak tabiatın tarihiyle insanlık tarihi veya toplumun tarihinin ayrılığı bu mühendisliğin felsefesinde devam ettirilecektir. İnsan tabiat parçalanmışlığı modern zamanların bir karakteristliği olarak devam ettirilecektir.  Anthropocene çağda dünyaya nasıl müdahale edileceğinin ipuçları da burada saklı olacaktır (Latour,2015:49 ). Teknik tabiatı, politika da insanları bir yönetme biçimi olmaya devam edecektir.

İklim mühendisliği modern zamanların temel yabancılaşmasını Spinoza’nın deyişiyle insan tabiat ayrılığını devam ettirecektir.

         ***                                ***                              ***

Mandelbrot’un gösterdiği gibi bugünün borçlu uygarlığının yarattığı tahribatta artık olabilecek olanlar olabilecek aşamaya geldi. Zaman uzadıkça aynı yolda devam ederek çıkarını en yükseğe çıkarmak çılgınlığı da her türlü tasavvuru aşmış görünüyor.

Bugün bu tahrip süreci, hangi önlem alınırsa alınsın zaten başlangıç noktasına dönülemeyecektir. Süreç önceden başlamıştır ve oraya dönmek mümkün olmayacaktır. Bugün, ekolojik sistemde ve iklim koşullarında oluşan kayıplar geçici olmayıp ve kimi önlemlerle telafisi de söz konusu değildir. Geriye dönüşün mümkün olmamasını anlatır anthropecene çağ bir anlamda.

Süre uzadıkça olabileceğin olmayacağını tasavvur etmekle, olabileceğin sonuçlarının tümden düzeltilebileceğini ileri sürmek aynı tehlikeli yerde buluşuyor gibi görünüyor.

Felaket son aşamada, bütün krizler gibi insan denetiminin dışında oluşabilecektir.

Agnés Sinaï şöyle yazacaktır: ‘’Oluşabilecek büyük felaket artık küçük bir çakıl taşının bir çığa neden olmasına benzetilebilir (Sinaï,2015:48).

Sinaï ve Mandelbrot’un teorilerinden yola çıkılırsa lineer olmayan ilişkilerin, küçük tekil noktaların belirleyiciliği asıl olacaktır anthropocéne çağda. Anthropocéne böylece belirsiz bir gelecek, lineer olmayan bir gelecektir. Burada norm, büyük çalkantıların büyük bir yıkımın çağı olacaktır.

Küresel yıkım o zaman gerçekleşebilecektir.

Yıkımdan geriye ne kalırsa uyum sağlanmak zorunda kalınacaktır. Ama o zaman Aragon’un yazdığı gibi: ‘’Bu mudur insan hayatı’’ diye düşünülmeyecek midir?

Anlaşılıyor ki yeniden gururlu bilimle yola çıkmak değil öncelikle anthropocenenin etiğine veda edip yeni bir etiğin arayışına geçmek gerekmektedir.

8)Yetingenliğin Aciliyeti ve Erdemi

Bugün Dale Jemieson’un dediği gibi yeni bir problemle karşı karşıyayız. Üzerinde yaşam bulduğumuz küre bizzat üzerinde yaşayanlar tarafından yok edilebilme aşamasında ve vahim olan bundan kimsenin sorumlu olmayabileceği (Jemieson,2015: 23).

Öngörebilmeye dayanan modern zamanlarda öngörülemeyen egemenliği ilginç bir parantez olacak gibi görünüyor. Dünyaya ve bütün kozmosa tepeden bakan insan gücü bakalım bu parantezi tersine çevirebilecek mi? İnsanlık hala örneğin iklim mühendisliğiyle, aklının gücüyle dünyayı değiştirip dönüştürme peşinde.

Spinoza’nın ‘’caute’’sine3 ve Aristo’nun “temkinine” rağmen ölçüsüzlük insan aklının iflasına neden olacak gibi görünüyor.

Papa François şöyle uyarmayacak mı: ‘’Sorun çok acil, sadece kâr dürtüsüne bırakılarak yok ettiklerimizi yerine koyamayız. ‘’ Ekonomistler ise olayın nedeniyle uğraşmaktansa sonuçlarını düzeltmeye çalışacaklardır. Fiyat ekonomisine bırakacaklardır, yok olanın yerine konulmasını. Bilemiyoruz ki iktisatçının dünyasında, yok edilen fil-kuşu, yok edilen buzullar hangi fiyat mekanizmasıyla yerine getirilebilecek?

Sormadan edilemeyecek: En yüksek kârın oluştuğu yerde insana, tabiata ve diğer yaratıklara ait gelecek kuşaklara bırakılacak olumsuz sonuçlar doğacaksa homo economicus bu etkinlikten vazgeçer mi? Vazgeçerse Homo Economicus olmaktan çıkmayacak mı?

Her şeyin alınıp satıldığı dünyada çıkarıyla eyleme geçen Homo Economicus’un kozmik bir sorumluluk içerisinde davranması mümkün olabilecek mi?

***                          

Yapılabilecek olanın ipuçları görünmeye başlandı mı? Artık anthropocene etiğinden, tabiata tahakküm ettiğinden, tabiatla birlikte oluşturulacak, eşitlik içinde yeni bir etiğe geçmek gerekmiyor mu?

Pek bilinmez ama Smith ahlaki duyguların kuramında yetingenliğin erdemini anlatıp bu bireyin davranışını övecektir (Smith,2014:32). Aristo’da ılımlılığı yüceltip, erdemi iki ucun ortası olarak tanımlamamış mıydı? Burada anlatılan yetingenliğin övgüsü değil midir? Üstelik bunu yazanlardan biri kendine özgü bir liberalizmin filozofu da değil miydi?

Bugün varılan yerde önce iktisadın dünyasının benimsettiği var olma biçimini aşmak üzerine düşünmenin zamanı geldi gibi. Denge yerini uyum kavramına bırakırken ılımlılık ve sükûnet içinde tabiatla bir uyum aranabilecektir belki o zaman. Bu modern zamanların durmaksızın ilerleme kavramına da bilinçli bir eleştiri olacaktır.

Doyumsuzluğun övgüsü sonucunda yoksunluk bugün insanlığı tutsak etmiş ve gerçek sefaletin gizlenmesine de neden olmuştur. Bu da her türden bunalımın, şiddetin ve adaletsizliğin nedeni olacaktır. Bir bilim olarak bugünkü egemen iktisat ve bir var olma biçimi olarak iktisadın dünyası, yoksunluğun, kıtlığın, şiddetin ve yoksulluğun yaratılmasında büyük pay sahibi değil midir?

Finansal birikim bugün, teknolojik gelişimle birleşerek doyumsuzluğun oradan da öldürüp yok etmenin hizmetine koşulmamış mıdır?

Tabiatla birlikte yeni bir etik, yeni bir yaşam algısı insanı güçle egemenlik tesis etme algısından uzaklaştırabilecektir belki de. Smithyen anlamda veya Rousseau’nun övgüsündeki yetingenlik etik, politik ve nihayet ekolojik olamazsa felaketin önlenmesini sadece aklın öncülüğündeki bilime bırakmak ne kadar anlamlı olabilecektir ki?

SONUÇ

Bugün yaşam serüveninin ve sevincinin Spinoza’daki anlamı bir kenara itilmiş durumda. Sonsuz bir iktisadi büyüme miti binlerce yıllık kültür ve uygarlıkta tabiata duyulan saygının anlamını yok etmiş görünüyor. Tchechov’un bir yapıtında kiraz ağacı bir toplumun içindeki uyumu simgeler. Bu uyum da doğal olarak narsizim ve doyumsuzluk olmayacaktır.

Spinoza’nın tabiatla teklik içinde ve bütünleşmiş birlikteliğini reddeden bugünkü insanının temel bunalımı kökten bir yabancılaşmayı yansıtmaktadır. Bugün yabancılaşan insan için finans ve iktisadın dünyası metafizik bir öz kazanmış durumda neredeyse. Para ve finans bütün hayal kırıklıklarının çaresi olarak görünüyor. Despotizm yabancılaşmayı, yabancılaşma finansta çare bulmayı, o da şiddeti doğuruyor.

Gerekliliğin sükûneti yerini hemen şimdinin doymazlığına bırakmış durumda. Artık ılımlılık, anlamsız.

‘’Kemer Sıkmaya Hayır’ın’’ alternatifi hızın ve sonsuz hazzın dünyasının değerleri midir? Asıl sorgulanması gereken yer burası.

Kemer sıkmaya hayır, evet ama doğa üzerindeki egemenlik hakkına, diğer yaratıklar üzerindeki egemenlik hakkına evet mi?

‘’Kemer Sıkmaya Hayır’ın’’ alternatifi mesela Rousseau’nun ılımlılığı ve sükûneti olamaz mı?

Yok olunabileceğini kuramsal olarak Mandelbrot kanıtlarken, deneysel olarak da bakmasını bilen herkes görmüş durumda. Anders’in4 deyişiyle olabilecekler olmadan son dönemeçte serinkanlılığa, ılımlılığa ve yetingenliğe ihtiyaç yok mu?

*Makale, İktisat ve Toplum Dergisinin 63. sayısında yayımlanmıştır.

NOTLAR

  • 1 Fraktal terimi, ilk defa Benoit Mandelbrot tarafından kullanılmış, birçok farklı sınıftaki objeyi kapsayan bir kavramdır. Mandelbrot, fraktal terimini, Latince bir fiil olan “fractus”dan almıştır (Mandelbrot, 1982). Bu kavram, düzensiz anlamıyla birlikte, düzensiz parçalar yaratmak anlamına da gelen frangere (Fragmented, re-fraction, fractus, fragment.)  kökünden gelmektedir. Fraktaller, tüm ölçeklerde kendi içinde tekrar eden dokular – örüntüler sergileyen, yeni ve geleneksel geometrik kurgulardan tamamen farklı geometrik kurgulardır. Fraktal geometri, sahil şeritlerinden, dağlara, yapraklardan, hava durumu değişikliklerine, bulutların oluşumundan, müzikal armonilere kadar her konuda rastlanabilir ve her türlü nesneyi matematiksel olarak tanımlayabilirler.
  • 2 Antroposen, öncelikle bilim insanı Paul Crutzen tarafından 2000’lerin başında ortaya atılan yeni bir jeolojik çağı ifade ediyor. Faaliyetlerimizin  insanı ekosistem zincirinin bir parçası olmaktan çıkarıp, gezegenimizin dengelerini değiştirebilecek önemli bir faktör haline geldiğinin altını çiziyor. Buna göre, insanoğlunun gezegenimizi yeni bir jeolog çağa soktuğunu savunuyor ve bu çağa Antroposen adını veriyor. Eski, Yunancada insan anlamına gelen “Antropo” kelimesinden türetilen Antroposen, “İnsan devri” anlamına geliyor. Antroposen’in ana fikri, insanoğlunun önemli bir jeolojik faktör olduğundan yola çıkıyor. Bu konsept, sanayi devriminin başından itibaren, 11.500 yıldır süregelen Holosen çağından çıkıp Antropesen çağına geçtiğimizi var sayıyor.
  • 3 Caute, Eski Yunancada ‘’temkin’’manasına gelmektedir.
  • 4 Günther Anders: 1902’de Polonya’da doğdu, 1992’de Viyana’da öldü. Avrupa anti-nükleer hareketinin ve bugüne uzanan yeni muhalefet akımlarının önde gelen kuramcısı idi.

KAYNAKÇA

Descole; Philippe, ‘’ Par-Delà Nature et Culture’’, Gallimard,Paris,2005
Jemieson; Dale, ‘’Respecter La Nature’’, Esprit No:420, Paris, December 2015, s:23-34
Larrére; Catherine, ‘’La Nouveau Grand Récit’’, Esprit No: 420,Paris, December 2015, s:46-56
Mandelbrot; Benoit, ‘’ Les Objects Fractals’’, Flammarion,Paris,2014
Mandelbrot; Benoit, ‘’ Fractales, hasard et Finance’’, Flammarion, Paris, 2014
Rabhi;Pierre, ‘’Vers La Sobriété Heureuse’’, Flammarion, Paris,2010
Sinaï; Agnès, ‘’Penser La Décraissance’’, Presses de Sciences, Paris, 2013

Write A Comment