Gelecekteki felaketlerin gölgesinde yaşıyoruz. Bunlar insanlığın varlığını ve yokluğunu belirleyecek güçte.
Anlamak gerekiyor ki, olup bitenin tek nedeni biziz.
Yarın olacak olan, bugünden artık bellidir.
Felaketi önleme zamanı artık geçmiştir. Felaketin içinde yaşanılmaktadır çünkü.
İlginçtir; olmuş olanlar da, yarın olabilecek olanlar da bütün sistematikliği içinde kavranabiliyor olmasına, tüm ipuçları tereddütsüz seziliyor olmasına rağmen, yarının felaketine inanılmamaktadır.
Fukuşima’da olabilecek olanlar da bilinebilinip, inanılmadığı veya inanılmak istenmediği gibi.
Modern zamanların kutsalı rasyo, engel olacaktır felakete inanmaya, doğal olarak içinde yaşanılan sistem de bu inançsızlığı sürekli kılacaktır.
10 yıl önce bugün, felakete inancı engelleyen “gururlu rasyo” Fukuşima’yı engelleyemeyecektir.
İnanılmayan ve engellenemeyen etkilerini bugün hala göstermeye devam edecektir. Radyoaktifli su her yere sızacak fakat salt rasyoya inancın sağlam duvarlarını aşamayacaktır. Onun yerine, bugünün uygarlığı “uzman”a inanmayı tercih edecektir. Halbuki Frank Lyord Wright diyecektir ki; “Dünyanın sonu işte böyle gelir.”
* * *
Nükleer bizim gibi zenginleşmeye adanmış birçok bireysel ve toplumsal yaşamda hala en gösterişli ve övünülesi enerji elde etme yollarından biri olacaktır.
Fukuşima, Fukuşima’yı aşan bir simgedir bugün. Yerkürenin geleceğinin enerji modelinin, çevresel varlığının simgesidir o.
Enerji dünyası bugün, modern insan gibi kendini sınırlandırma gücüne sahip değildir.
Uygarlık, salt maddi ile tanımlandığı sürece, yarının Fukuşima’ları ve felaketleri, aslında bugüne ait olacaktır.