Keynes’i “bir yurttaş ekonomist” olarak nitelediği kitabının son cümlesinde “Bernard Amca” şöyle soruyor: “İnsan özgür olmaya cesaret edebilecek mi?”

Özgürlüğe doğru gitmeyi, temelden zor görmüş olmalı “Bernard Amca”. Bütün gülümser görüntüsüyle, bu amaçla yola çıkmayı büyük bir cesaret işi görmüş olmalı.

Aslında bir iktisatçı sıfatıyla “Bernard Amca” Keynes’in cevaplandırdığını sandığı soruyu yeniden sorabilirdi. Keynes, 1930 yılında yazdığı “Torunlarıma İktisadi Perspektifler” isimli kitabında, iktisadi problemin 100 yıl sonra sona ereceğini yazmamış mıydı? Kehanetin test edilmesine sadece 15 yıl kalmışken, “Bernard Amca” da aynı konuyu gündeme getirebilirdi öncelikle. İnsanlık, varoluşundan beri süregelen “iktisadi problemi” artık aşabilecek mi, hatta insanlık iktisadi problemin prangasından kendini kurtarabilecek mi, diyebilirdi.

“Bernard Amca” günümüzün bu temel problemini genel olarak özgürleşme sürecinin içinde aramış olmalı. Haksız da değilmiş galiba.

Keynes kitabında şöyle devam ediyordu: “2030’a doğru özgürleşmiş insan için iktisadi problemin artık bitmesini bekliyorum. Bu aşamada toplum ve birey eğitime, sanata, estetiğe ve arkadaşlığa zaman ayırabilecektir. Zihnini ve gücünü bu konuya verebilecektir.”

Erdemin böylece bu dünyanın çıkardan boşaltılacak tahtına oturabileceğini mi düşünüyor olacaktı Keynes?

“Bernard Amca” iktisadın dünyasına değişik bir yorum getirmek amacında olacaktı. Düşünce kaynaklarını Keynes’le Marx arasında oluşturacaktı. Bir toplum ve insan ütopyasının peşine düşmüştür. Yeni bir toplumsallığın, yeni bir sosyalizmin, bir tür “paylaşım ekonomisinin” teorisini oluşturmaya çalışıyordu.

Keynes’in büyük hayranıydı. Bir “yurttaş iktisatçı” olarak nitelendirdiği Keynes’ten şöyle bahsedecekti: “Toplumu bireyle birlikte ön planda tutan düşüncesinin kaynaklarını, antik felsefenin içinde arayan bir bilim insanıdır o.”

“Bernard Amcaya” göre: “Bugün kente (cité) önem veren bir iktisatçı artık kalmamıştır.”

Sosyal Keynesci denilebilecek bir perspektif içinde nitelenebilecek “Bernard Amcaya” göre bugün iktisatçı, kente (cité) önem vermek bir yana, artık sadece milli hasıla rakamlarına kilitlenmiştir.

İktisatçı gerçekten bugün peygamberliğini yapmaya soyunduğu insanlığı kendi kavramlarının içine hapsetmemiş midir? Özgürlük dahi, sınırsız büyüme ve zenginleşmenin içine hapsedilmemiş midir?

“Bernard Amca” aykırı bir bilim insanı olacaktı. Akademisyen kimliğinin yanında alternatif küreselleşmeci ATTAC’ın üyesiydi. Üniversitelerin iktisat programlarında artık çok yer bulmayan iktisadi düşünce tarihi ve iktisat metodolojisi temel ilgi alanlarındandı.

Alternatif bir dünya arayışı içinde doğal olarak neoliberalizmin ve onun ürettiği iktisadi, sosyal ve kültürel politikaların karşısında olacak ama özellikle düşünsel alt yapısını sorgulayacaktı. Fakat bunun yanı sıra Euro’nun yanında olacaktı önceleri. Daha sonra Euro’dan vazgeçtiğini ve artık gerek olmadığını, yanıldığını söyleyecektir.

Anlaşılıyor ki “Bernard Amca” dünyayı tek yönlü ve ebedi bir gerçekliğin perspektifinde görmemektedir.

Ayrıntılar, gelgitler düşünce üretiminde gerekli ve kaçınılmazdır.

Bilim ayrıntıyı, ayrıntı özgürlüğü, o da toleransı gerektirir. Birinin olmadığı yerde kuşku yok ki diğeri de filiz veremez. Kökten bir alternatifçilik apriori bir özgürlüğü gerektirir ama özgürleşmenin bizzat kendisi adım adım dokunacaktır. Apriori var olan, gökten yere zembille inmemiştir çünkü. İnsanlık tarihi Hume’un da dediği gibi düz ve sürekli üst aşamaya doğru giden bir çizgide ilerlememiştir.

Ekonomi edebiyattan kopalı çok olmuştu. “Bernard Amca” ise ekonomiyi edebiyatın içinde okuyordu. Balzac, Zola ve nihayet Houellebecq onun iktisadı okuduğu yer olacaktı. Şöyle diyecekti bunun sonucunda tüm fanatizmlere sırtını çevirerek: “Ayaklarınıza yapışan, sizi bedbaht yapan ancak iktisadi olandır.” Devam edecekti: “Eğitim hayatım boyunca ne kadar aptalca şeyler öğrettim sonradan görmelere. Utanıyorum! İktisat artık siyaset üzerinde tüm saldırganlığını göstermiş durumda.”

Yanılıyor muydu “Bernard Amca”, iktisadın şiddeti diğer fanatizmlerin şiddeti ile artık sarmaş dolaş değil miydi?

Kendini hiç ciddiye almayan “Bernard Amca”, iktisadın küçük markizleri olarak nitelendirdiği kimi iktisatçıları birer gülünç Şarlo olarak isimlendiriyordu.

“Bernard Amca” yeni bir sosyalizmin, toplumsallığın hayalindeyken önce iktisadın şiddetinden ve zincirlerinden insanlığın kurtarılması gerektiğini biliyordu. Bu süreçte apriori asgari bir özgürlüğe ve toleransa ihtiyaç vardı. Bunun olmadığı bir siyaset ve kültür ortamında ütopyaların filiz dahi vermesinin imkansız olduğundan da kuşkusu olmayacaktı. 

“Bernard Amca” birkaç ay önce yeni bir sosyalizmden bahsederken şöyle diyecektir: “Asıl olan, bolluk toplumunun imkanlarıyla artık bir bedelsiz ekonominin, bir paylaşım ekonomisinin imkan dahiline girmiş olmasıdır. O günün dünyasında yaratıcılık, insanın temel ihtiyacı olarak belirecektir. Bunun için insan diğerleriyle, benzerleri ile birlikte hareket etmek zorunda olacaktır. Birlikte hareket, şiddeti kanalize edecektir.

“Bernard Amcaya” göre liberalizmin, yumuşak ticaret barışın teminatıdır tezi geçerliliğini yitirmiştir. Barış ortamı ancak kapitalizmin ötesinde “dayanışmacı” ve “paylaşımcı” bir ekonomi ile mümkün olacaktır. Şiddet, “Bernard Amcaya” göre Mitteramd’ın ve Keynes’in de söylediği gibi; güzeli tüm insanlar için yaygınlaştırarak önlenebilir ancak.

II.

Bernard Maris Charlie Hebdo dergisinin iktisatçısıydı, “Bernard Amcasıydı”. Ütopyalarının peşinde, yazgısının orada belirleneceğinden muhtemelen haberi yoktu.

Tüm Charlie Hebdo çalışanları gibi asgari özgürlüğün ve toleransın olduğu bir ortamda hayallerini büyütmeye çalışırken onlarla beraber yok edildi. Voltaire’den bu yana asgari özgürlüğün tesisi için az mücadele verilmemişti ama tekrar Hume’a gelinirse, tarih tek bir doğrultuda gitmeyecektir. Geriye gidişlerde, yeni baştan özgürlüğün ağır işçiliğine soyunmak gerekecektir.

İlginçtir, bu katliamda öldürülecek olan Maris, 1. Dünya Savaşıyla ilgili kimi toplumsal kuruluşlara üyeydi ve katliamın anısına bile tahammülü yoktu. Şöyle diyordu bir yerlerde: “Toplumda cellatlar bir kez yerleşirse bunun sonu gelmeyecektir. Ne tanrı, ne sahip! Artık beni duygulandıran sadece hayvanlar var. Yaşlanmış olacağım herhalde.”

Barış içinde dönüşüm ütopyaları kurarken öldürülen Maris, pasifist Alman filozofu Anders’in bir isyanını akla getirmiyor mu?

Anders şöyle diyordu: “Bir barışçı olarak anılmama rağmen, bugün maalesef şiddet karşıtlığı ile hiçbir yere varılamayacağını düşünecek duruma geldim. Bugün artık eylemsizliğin eylem olmadığını savunuyorum.”

III.

Maris insanlığın yarınını düşünürken, net bir eylem biçimi içindeydi. Her şeye rağmen şiddete karşı olmanın, Maris’in eylem biçiminin dışında bir eylem biçimi olamayacağını düşünmenin umudunu taşımak gerekiyor. Aksi takdirde Maris’in çok korktuğu kanlı boğazlaşmaların tümüyle batağına saplanılması kaçınılmaz görünüyor.

Yalnız bu kez yine Anders’in dediği gibi “olabilecekler olabilecek duruma gelmeden”, barışçıl ama ciddi ve kararlı bir eylem biçimi içinde olmak da tek seçenek olarak duruyor.

Write A Comment