“Minik Ormanın Şarkısı
Bir aşk şarkısı
Sıradan, günahsız şeyler düşündük
Yollar boyu yan yana yürüdük
Tuttuk birbirimizin ellerinden
Tek sözcüksüz…karanlık çiçeklerin arasından
Genç nişanlılarmışçasına yürüyorduk
Yalnız, çayırların yeşil gecesinin içinde;
Hayal perilerinin bu meyvesini paylaşıyorduk
Gökyüzünde ay, duyarsızlara arkadaş.
Ve sonra ölüverdik oracıkta
Çok uzakta, yapayalnız
Bu içimizi ısıtan, mırıl mırıl koruluğun
Ilık gölgesinde.
Ve ta yukarıda sonsuz aydınlığın içinde
Ağlarken bulduk kendimizi
Ey benim sevgili sükûnet yoldaşım!”
Valéry

Babasının eline sımsıkı yapışmış küçük çocuk soracaktı; “niye yeşildir ormandaki ağaçların yaprakları?” diyecekti.

Kuşlar cıvıltıları ile gökyüzünün renklerini taşıyıp getirirken, kokular da koşarak gelip buluyordu onları. Tamamlamak istiyorlardı cümbüşü, eksik kalmasın bir şey istiyorlardı.

Bulutlardan süzülen ışık, kuşların kanatları üzerinde ormandaki yolcuların zihnine son yansımalarını taşırken; beyin kendini, duyulardan ona aktarılanı anlamlandırmaya bırakmıştı artık. Belleğinde saklı olanlara başvuruyor, eşleştirmeye çalışıyordu tüm renkleri ve kokuları; daha önceden bildikleri ile örtüştürmeye koyulmuştu onları.

Büyük bir senfoniydi burada bestelenen. Gide’in deyişiyle “pastoral bir senfoni”ydi belki de. Ormandı orkestrası bu duygu ve renk cümbüşünün, bestecisi de oydu. Yeşile ve sükûnete boyanmıştı işte her yer. Pürüzsüz bir koku yakıyordu baba ile çocuğun genzini.

Yeşilin rengi, gençliğin rengiydi. Umudu oluşturmanın rengiydi, ama aynı zamanda kaybolmaya yüz tutanın bilinciydi artık. Yarınsızlığın son uyarıcısıydı belki de. Kendini yenilemek isteyenin, korumak isteyenin; bu minik koruluğun son çaresiydi klorofil pigmenti.

Yeşil bizim ekolojik bilincimizin rengidir diyebilecek miydi baba?

Ağaçla çocuğun arasında buluverdi kendini aniden.

Renkler ölmeye yüz tutarken ufukta, gerek kalacak mıydı anlatmaya?

Zaman kalacak mıydı daha doğrusu?

Modern zamanların lineer algısında, ilerleme ile beraber tükenmiş olmayacak mıydı o da?

Yarından sonra olanları anlatacak kimse kalmayacaktı ama o zaman. Oğlu bile anlatamayacaktı olan biteni.

Babanın bir şey söylemesine gerek kalacak mıydı artık?

Nuh’u hatırladı. Yine de gelmişti “olabilecek olanları” anlatmaya?

Umuda değil, onun öncesinin inşasına gerek vardı. Spinoza’dan beri yer etmişti bu belleğinde. Umut çünkü sadece korkuya denk düşerdi.

Nuh uyardıktan sonra halkını umutsuzca, yarının bilincini taşımak ve onsuz kalmaktan kurtulmak için atölyesine kapanıp, gece gündüz gemisini elleriyle yüzer hale getirmişti işte. Ta ki, yarına bugünü anlatacak birisi kalsın diye yapmıştı bunu.

***

Pigmentin nasıl yok edildiğini anlatmalıydı sımsıkı eline yapışmış oğluna.

Gorz’dan mı başlamalıydı?

Arzunun öyküsünden mi?

Proust düştü aklına birden. Nasıl da yazmıştı arzuyu.

Minik el, elinden kaymak üzereydi.

İnsan arzusu sonsuzlaşırken

Yeşilin, ormanın alevler içinde bırakılmasına alışılacaktı artık bu yeryüzünde. Nagazaki’de (ve artık başka yerlerde) insanlığın ortak nefes alanına, Amazonlar’a varıncaya kadar yok edilecekti yeşilin kokusu ve ormanın rengi. Dumanın boz rengine bürünecekti insan uygarlığı!

Yarınsızlık meşrulaştırılacaktı. Kaçınılmaz hale getirilecekti. Sonsuz arzuydu yeşili yok edecek olan.

Sonsuz arzu insanın arzusu idi.

“Her şey insan için” modern zamanların masum ve yakıcı bir sloganıydı. Eşitlik isteğinin de az olanda değil, hep daha çokta aranmasına giden yol açılacaktı. Sonsuz arzu herkes için bir haktı artık. Eşitlik de sonsuz arzuyu doğrulamak için vardı sanki.

Ama dünya yuvarlaktı ve sonsuz değildi.

Hep aç olunmalıydı bunun doğrulanması için. Aç olduğu düşündürülmeliydi insana. Hiçbir şeye ihtiyaç duyulmadan her şeyin arzulanması dahi “insan olmanın hakkı ve erdemi” içinde seslendirilebilecekti meydanlarda! Hem de kapitalizme karşı olunduğu düşünülerek. “Sürdürülebilir gelişme” efsanesini hatırlatacaktı bu. O da aslında sistemi ve sonsuz arzuyu doğrulamakta kullanılmayacak mıydı? Gorz, “bu sistem her şeyi içselleştirebilme gücüne sahiptir” diyecekti zaten.

“Durmaksızın daha çok et” yeme hakkı, birilerinin ormanları yakmasına neden oluşturmayacak mıydı mesela? Kimi rakamlara göre 2020 yılında Amazonlar’da ormanlık alanda yüzde 34 oranında bir azalma olmuştu. Claude Almeida, Ağustos 2017’de 278 km2 ormanlık alan yangınlardan dolayı yitirilirken, aynı rakamın bir yıl sonra 328 km2’ye çıktığını, bu yıl da artışın 2400 km2’ye ulaştığını yazacaktı. Şaşırmak gerekecek miydi birbiri ardı sıra patlayacak mini tufanlara? Sularda sürüklenen cesetleri çoktan anlatmıştı Nuh. 2015-2019 arası “önce ekmekler” değil topraklar bozulacaktı; 97247 km2 ye ulaşacaktı bu miktar. Almeida sonuçta Brezilya Amazonları’nın 4 milyon km2’sinin ormansızlaştırıldığını belirtecekti.

Felaketi önlemek için Nuh da geç kalmıştı. Bugün felaketin içinde yaşanmaktadır; ormanlık alanlarda geri dönülemez bir noktaya artık gelinmiştir.

Neyse ki modern zamanların tıp ve iktisat bilimleri sayesinde hayvan verimliliği artmış; insan, arzusu uyarınca daha çok et yemiştir.

Gorz’dan bugüne

Filozof 70’li yıllarda uyaracaktı; “daha az ile daha mutlu olabiliriz” diyecekti. Gide daha önceden yazacaktı “arzuyu”, bilge not düşecekti: “Arzumdan kurtulamıyorum” diyecekti.

Tabiatın büyük devi nihayet tükendiğinde, geleceksizliğin bugününde Nuh gemisini inşa edecek ağaç bulamadığında. Yeşil, insanın toz bulutunun içinde yok olduğunda yaşamın ortak paydası yok edilirken, artık kader kazayı bekleyebilecektir.

Gökyüzü yer üzeri ile dehşet içinde birleşebilecektir ağaç aradan çekildiğinde. Kimse kalmayacaktır yukarıya ıstırap çığlıklarını taşıyacak.

Yaşam sırdaşı ağaçla beraber tükenmiş olduğunda, bugünü anlatacak kimse kalmayacaktır yarına.

“Ağaçlar insanlardan öncedirler, çöl onları takip eder” uyarısı uzaklardaki uğultulu tepelerde yatan Chateaubriand’a aitti. İnsanlığa sırtını dönmüş olmasına şaşmamak gerekecektir.

Yeşili anlatan baba, onun yok olmasını anlatamayacaktı artık.

Arzusuna baştan beri mi teslim olmuştu insan?

Az’a Övgü aylık felsefe dergisinin Kasım 2020 3. sayısında yayımlanan “Baba, niye yeşil ağaçların yaprakları?” adlı yazımdır.

Write A Comment