Hiçbir şeyden nefret etmiyor musunuz?
Günther Anders
Evet, der Zenon. Evet, bir şeyden.
Neden?
Nefretten.
Hepsi bu kadar mı, başka neden?
Evet, bir şeyden daha.
Neden?
Her şeye rağmen nefret etme mecburiyetinden.
1918 yılının 11 Kasım’ında, sabahın erken saatlerinde tarihin o güne kadar gördüğü en büyük kanlı hesaplaşma sonuçlanacaktı. 8 milyon ölü ve sakat geride bırakılmış olunacaktı. Not etmeden geçmek doğru olmayacaktır. Savaşın son günü, yani ateşkesin yürürlüğe girmesinin beklendiği son 24 saatte, 11 bin kişi öldürülecek, yaralanacak veya kaybolacaktı. Kimi askerler bu son günde ateşkes kararının imzalanmış olduğunu bilen generallerinin aldığı kararla hayatını kaybedecekti.
Freud aynı dönemlerde bir makalesinde de şöyle diyecektir: “Bütün türler içinde insandan daha yırtıcı ve hain bir yaratık görmedim.”
Şiddete ve nefrete teslim olmuş insanlık, aynı duygularının içinde savrulmaya yine bir Kasım ayının 9’u ile 11’i arasında kendini kaptırmayacak mıdır? Kısmi de olsa sükûnet içinde (genel savaşsız) geçecek 20 yıldan sonra, 1938 yılının Kasım ayında, rasyonel insanın uygarlığının(!) tam merkezinde yeni bir şiddet dalgası dipten doruğa patlamalarla insanı teslim almaya hazırdır.
Şiddet nefretin ikiz kardeşi, olmazsa olmazı değil midir? Öyleyse önce bu duygunun kışkırtılıp büyütülmesi gerekecektir.
Freud yine aynı makalesinde: “İnsanlık tarihi kanlı boğazlaşmaların tarihidir” dememiş miydi?
1938 Kasım ayının 9’unu 10’una bağlayan gece sanki bütün bu söylenenlerin tekrar tekrar teyidi mi olacaktır?
Tarihe “Kristal Gecesi” olarak geçecektir insanlık tarihinin bu yeni dönemi.
Modern zamanların büyük trajedilerinden birinin perdesi açılacaktır. Trajikomik bir şekilde Heidegger mi doğrulanacaktır? Artık “teknolojinin çobanı” olmaya soyunmuş insanlık, büyüyecek nefretin hazzında savrulmaya hazır olacaktır.
“Kristal gecesi”, “teknolojinin çobanı” için diğer bir deyişle modern zamanların insanı için, bilgisinin (!) test edilebileceği yeni bir dönemin de hazırlayıcısı mı olacaktır?
Akıl kendi tahayyülündeki “insanı” yeni baştan inşa etmeye soyunacaktır.
* * *
7 Kasım’da genç bir Polonyalı Yahudi Almanya elçiliğinde 1. Sekreter Ernst Vom Rath’a suikast düzenleyecek ve ağır yaralayacaktır. Ayın 9’unda Rath ölecek ve Saul Frienländer’in Goebbels’in tuttuğu notlara dayanarak aktardığına göre aynı gün Hitler Goebbels’e ulusal ölçekte bir pogrom düzenleme emrini verecektir. İstenen önce halkta sistematik olarak Yahudi’ye karşı bir nefret oluşturma programının yürürlüğe konulmasıdır. Goebbels bunun üzerine “halkta Yahudilere karşı oluşan nefret duygularının bastırılmaması!” gerektiğini vurgulayacaktır; alanda partinin önderliğinde ve sivil giyinmiş SA’ların ve SS’lerin öncülüğünde başlattığı ve kışkırttığı olaylarla toplumsal nefret histerisini oluşturmaya soyunacaktır.
Tahrip edilen 200’e yakın Sinagogun ve 7500’e yakın Yahudi işyerinin yıkıntılarının bu “nefret dalgasına, yıkımlara, katliama neden olan Yahudiler!” tarafından tazmini ve temizlenmesi istenecektir.
Bizzat Nazilerin kırılan ve gökyüzüne değin bulutlar halinde savrulan cam parçacıklarına atfen “Kristallnacht” olarak isimlendirecekleri ve yüzlerce öldürülme, en az o kadar intihar ve nihayet 30.000 kişinin toplama kamplarına gönderilmesine yol açacak geceyi Goebbels şöyle anlatacaktır: “Eve giderken gökyüzünün renginin kan kırmızısına döndüğünü gördüm. Sinagog yanıyordu. Yangının söndürülmesine izin vermedik, sadece yakındaki Alman binalarına geçme tehlikesi halinde önlemeye çalıştık. Yoksa bırakınız yansın dedik. Kırılan camlar paramparça uçuşuyordu. Muhteşemdi! Bütün büyük kentlerde sinagoglar yanıyordu.”
Gökyüzünün kan kızılında patlayan camlarda nefret oluşturmanın muhtemelen dekoru aranacaktı; “var olma” Anders’in dediği gibi “nefretin şiddetinde” mi aranacaktı.
Descartes’in “düşünüyorum öyleyse varım” önermesini “nefret ediyorum öyleyse varıma” dönüştürmemiş miydi Anders?
“Ben”e, “ben” olduğu nefretinin şiddetinde duyumsatılmaya çalışılacaktı. Toplumsal “ben” de böylece toplumsal nefret histerisinin doruklarında oluşturulup güçlendirilmeye çalışılacaktı. Nefret böylece “ben”in, toplumsal “ben”in kendini inkâr ederek ve başkasını yok ederek kendini oluşturması olacaktır.
Kısa bir zaman sonra 30 Ocak 1939’da Hitler Reichstag’daki nutkunda toplumsal nefretin temellerini sağlamlaştırmaya çalışacaktır şöyle diyecektir: “Bugün yine peygamber olacağım: Avrupa’da ve dışında uluslararası Yahudi finansı, eğer halkları bir dünya savaşına itmeyi başarırsa sonuç Yahudi’nin zaferi demek olan dünyanın Bolşevikleşmesi değil, tersine Yahudi halkının Avrupa’dan yok olması olacaktır”.
Hitler muhtemelen yıkıcı eylemin devam ettiği ve tekrarlandığı süre içince nefret etme zevkinin büyüyeceğini, bu şekilde “ben”in “ben” olma zevkinin de güçleneceğini ve toplumsal “ben”in de aynı histerik süreç içinde çılgınca kendini onaylayacağını bilmektedir.
Bireysel olsun, toplumsal olsun nefret edenin, nefret ettiğini tanımaya ihtiyacı bile yoktur ve bunu Hitler ve propaganda kurmaylarından iyi bilen kimse de yoktur. Nefret edenler nefret ettiklerinin nesinden nefret ettiğini bilmeseler de, nefret edebileceklerdir. Böylece, nefret edenler tanımadıkları bireyleri veya halkları içinde bulundukları duygu yani nefretin penceresinden tanıyacaklardır. Nefretin kendi kendini büyütmemesi için hiçbir neden kalmayacaktır.
Kristal Gecesi Goebbels’in deyişiyle Almanya’ya karşı girişilmiş bir “Yahudi Komplosu”; olacaktır böylece ve nefret edilmesi hedeflenen halk, nefret edilecek duruma getirilmeye çalışılacaktır. Bu nefretin inşası için gerçek bilgiye gerek olmayacaktır. Anders’in de belirttiği gibi tarihsel süreçler içinde nefret edilen toplumlar veya halklar hakkında bilinenlerin ne kadarı gerçek bilgiye dayanmaktadır ki zaten.
Nefret edilen hakkındaki bilgi kendimizin ürettiği bir hayalin sonuçları da olabilecektir çoğu kez. Nefret duygusu, bilgiye dayanmayan hayali büyütecek, bu da dönüp tekrar nefret duygusunu güçlendirecektir. Sonuçta hayalle gerçek karıştığında nefret eden kendi benliğinde çözümü nefret edilenin dışlanmasında arayacaktır. Bu durumda, nefret edilenin tekrar tekrar yok edilmesi gerekecektir. Böylece “ben” ancak bu sadist zevk içinde varlığını kendine teyit edebilecektir.
Kristal gecenin hemen ardından değerlendirme toplantısında Goebbels’in Goering’e bulunacağı tekliflerin arasında ormanların da, tiyatrolar, sinemalar vs. gibi Yahudilere yasaklanması yer alacaktır. Goering teklifi çok iyi bulacak, fakat “büyük bir hak severlikle” ormanın bir kısmının Yahudilerin kullanımına serbestçe bırakılmasını önerecektir. Hemen ardından ise Yahudilere benzeyen geyik gibi kimi hayvanların ormana getirilmesini ifade edecektir; geyiğin burnu çirkinlikte Yahudi’ninkini andırmaktadır çünkü.
Çirkin burunlu Yahudi nefret unsuru olmayı sürdürecektir.
Hitler’in konuşmasına dönünce anlaşılıyor ki temel düşman Bolşevizm ve temel amaç büyük Rus topraklarıdır. Gıda ve enerji kaynaklarıdır. Bolşevizmle Yahudiliğin eşleştirilmesi, üst üste konulması boşuna değildir. Bununla birlikte nefret duygusunun ilk elden Rus’lara yöneltilmesi de zor olacaktır. Alman halkı Ruslara tümden yabancıdır. Onun yerine tanıdığını zannettiği daha yakın birine karşı nefret oluşturulmaya çalışılacaktır. Yahudi, öncelikle karikatür haline getirilip alay ve nefret objesi haline getirilecektir. Anders’e göre “eğer ben bir kez nefret duygusuyla tanışırsa ondan sonra başka şeylere nefreti kolaylaşacaktır”. İşin ilginç yanı Yahudi’yle ilgili de çok fazla bilgi sahibi değildir toplum. Öyleyse, “uluslararası Yahudi finansı” kötünün simgesi olarak mitleştirilecektir. Efsane mutlaka hayal olanı da içerir. Böylece bir kez düşman ve nefret imalatı mümkün hale gelirse bu daha sonra başka hedeflere de yönlendirilebilecektir.
Kristal Gecesiyle başlayan süreç birbirini ikame edecek olan düşmanlar zincirini imal edecektir. Önce en zayıf ve en kolay halkadan başlamak gerekecektir. Çingeneler ve Yahudiler örneğin bu zincirin en kolay az riskli halkalarıdır.
Yahudiler nefret edilip aşağılanırken, başka bir düşmanla savaşılması belki daha mümkün hale gelecektir.
Kristal Gecesi nefreti “ben”in ve toplumsal “ben”in var edilmesinde kullanılma sürecinin bir aşaması olacak ama zincirleme sonuçları tahmin edilenin çok ötesine geçecektir.
Modern zamanlar ve onun J. De Maistre ve Herder tarafından çoktan eleştirilen rasyosunu kuşanmış evrensel insan modelinin sorgulanması 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağır bir yük olarak büyüyecektir.
“Kötü” nerededir?