02.11.2011

Zadig’in sol gözü aldığı bir ok darbesi ile yaralanır ve ciddi bir iltihap kapar. Ta Memphis’ten hekimlerin hekimi büyük bilgin Hermés çağırılır. Büyük hekim azametine uygun bir kortej ile gelir hastayı muayene eder ve teşhisini geciktirmeden açıklar; göz kurtarılamayacaktır. Hatta bu vahim olayın ne zaman ve saat kaçta olacağını dahi açıklar. Şöyle devam eder: “yaralanma sağ gözde olsaydı onu kurtarabilirdim fakat sol gözün tedavisi mümkün değildir.”

Bütün Babil bir yandan Zadig’in yazgısına ağlarken öte yandan Hermés’in “biliminin kesinliğine” derinliğine hayran kalır. İki gün sonra Zadig’in şişi iner ve yara kendiliğinden iyileşir. Bunun üzerine Zadig’in iyileşmemesi gerektiğini kanıtlayan bir kitap yazar Hermés. Zadig onu hiç okumaz. 

Voltaire

Giriş

Ekonomi politik modern dönemlerin asli bir unsurudur. Ama modernitenin içinde, örneğin Rousseaucu bir “konstrüktivist” toplum kurgulanmasının reddinde yaşam bulan özgün bir felsefenin ürünüdür. Etik bir çerçeve içinde anlam bulur.

Bu anlamda metodolojik açıdan bilime dair, örneğin bir Walras’ta göreceğimiz ayırımları ve parçalanmaları içermez. Felsefe de bu içerikte bütün hoş sanatların en mükemmeli sayılacaktır. Ekonomi politiğin insanı bu durumda parçalanmış bir kişiliğe sahip olmayacaktır.

Ekonomi politik Hume için de Smith için de bilimdir ama bu bilim kartezyen bir algının ötesinde, insan tahayyülünü de içeren ve bilinmeyene yer bırakan bir söylem içerir.

Ekonomi kendi başına ve salt kendi içinde anlaşılmak istenince kaçınılmaz olarak varlığın bizzat özü ekonomiye kenetlenmiş olacaktır. Varlık, etik kontekstin dışına çıkılarak rasyonel–prodüktivist bir sarmala sıkıştırılacaktır. Bunun için Hume–Smith süreci inkâr edilerek iktisadın insanının duygu ile ilişkisinin olmadığı ilan edilecektir. Smithçi miras reddedilirken Spinoza -birçok kez başına geldiği gibi- görmezden gelinecektir.

Yeni iktisat biliminin insanı rasyodan ibaret varsayılınca, duygu da eylem nedeni içinde yer almayacaktır. Bu şekilde, tek başına ve rasyosu ile kendine yeterli olan maddi bir dünyanın bireyi için, diğerleriyle ilişkiye geçmenin tek aracı kalacaktır; birey diğeri ile rekabete girerek garip bir şekilde ilişki tesis edecektir. Diğerini kendi dışına bırakan birey rekabeti bir ilişki biçimi olarak da düşünebilecektir. Rekabet rasyonun dahi hazırlayıcısı olarak kutsanacaktır.

O zaman ontolojik, epistemolojik ve metodolojik farklılaşmalarla birlikte temel problematik belirecek; “ekonomi politiğin insanı”nın Heidegger’in “varlığın merkezine oturan insanından ontolojik olarak farklı olması” (Sarfati, 2010: 82) gibi, iktisat biliminin a priori gerçeği elde edebilme gücüne sahip insanı ile yabancılığı belirginleşecektir.

Hatta bu yabancılık, öyle görünüyor ki, iktisat teorisini insan olana dahi yabancılaştırabilecektir.

“Anthropocentricisme” insanlığın serüveninde Galilé-Bacon–Descartes çizgisinde yaşam bulur somutlaşır. İçinde yaşadığımız anın genel olarak sosyo-kültürel değerlerinin temel kaynağının burada oluştuğuna kuşku yok. Felsefedeki devrim gerçekliğin kavranabileceğine dair inancı oluşturup pekiştirdiğinde bilimsel devrime de imkân hazırlanmıştı (Koyré, 1978: 349). Bu süreç aynı zamanda dinsel-tanrısal düzeydeki büyük dönüşümlerle birleştiğinde insanın, nerede ise rasyosunun yol göstericiliğinde dünyanın merkezine oturmaya talip olması şaşılacak bir şey olmayacaktı.

Galileocu devrim ve matematiksel bilme sayesinde, evren ve gerçeklik tektir; ebedi olanla ilgisi kesilen bilme, bu taraftaki gerçekliğin anahtarını insan olana sunmaya hazırdır. Galileocu “anthropocentricisme” ile bilim böylece bir yandan dinsel alanın ötesinde bir serbestleşme olanağı hazırlarken aynı anda “tefekkür” olmayı aşıp eylem rehberi olmaya hatta eylemin bizzat kendisi olmaya aday olacaktır.

Galileocu evrensel yasalarla doğanın araçsallaştırılabilmesi, egemenlik altına alınabilmesi, giderek dönüştürülebilmesi insan olanın evrenin merkezine oturmasına imkân hazırlayabilecektir.

Bilimin misyonu artık budur. Rasyosu sayesinde artık bilebilen ve tanrıyı da öte tarafa gönderen insan tek iktidar sahibidir bu yer üzerinde ve Descartes’ın düşünü gerçekleştirebilecektir.

Gerçeğe ulaşılacaktı. Gerçek bu taraftaydı ve reel olan ancak rasyonel olabilirdi. Gerçeğe gerçeğin kendisi için değil, yarar sağlamak için ulaşılmalıydı. Rasyonun ötesindeki bütün hipotezler bertaraf edilmeliydi.

“Metafizik hipotezleri bir yana bırakalım.” der Locke; “bunların bir işe yaradığını hiç gördünüz mü?” diye ilave eder (Hazard, 1961: 229).

Bilim, ebedi olanla ilişkisini kesmiştir. Maddi gereklerin karşılanmasında etkin olduğu, olabildiği, insana “fayda” sağladığı oranda da bilim, bilim olacaktır.

“Metafizik, gerçeğe ulaşma yolunda zaman ve güç kaybından başka bir şey değildir. Bizim ihtiyacımız olan, sonu gelmeyen sorularla zihnimizi oyalamak değildir. Gereksinme duyduğumuz belirlilik ruhumuzun bizzat kendisinde vardır” diyen Locke için de, Diderot için de bilgi, bilimsel bir bilince kadar indirgenebilecektir.

Yeni despotizmin muhtemel işaretlerini görmek isteyen için bu açık değil midir?

*Makalenin aslından alıntıdır.

Write A Comment